“Kendinizi bilmek istiyorsanız, önce işe kim olmadığınızla başlayın.”
Küçük bir yavru yolunu kaybetmiş bir şekilde ormanda bir oraya bir buraya dolanıp duruyordu. Gerçekte olması gereken yerde olmadığı için kendi güvenli alanının neresi olduğu hakkında da hiçbir fikri yoktu. Birden karşısında ormanın en geniş ailesi olabileceğini hissettiği bir maymun sürüsüyle karşılaştı. Daldan dala atlayıp birbirleriyle şakalaşmaları ne hoş diye düşündü. İşte aradığım huzur burada diye geçirdi içinden. “Bende onlarla birlikte günlerimi eğlenceli bir şekilde geçirebilirim” dedi. Yavaşça yanlarına yaklaştı ve onlara katılıp katılamayacağını soracakken içlerinden biri onun zararsız olacağını düşünmüş olacak ki birden bire yanına geldi. Önceleri bu sevimli maymunların yanında aradığı sıcaklığı bulduğunu zannetse de geçen haftalar boyunca aslında sadece onların gevezeliklerine katlanmak zorunda olduğunu anladığı gün yanlarından ayrılmak zorunda kaldı. Kendinin bir maymun olmadığını anlamış ve kendini kabul ettirebileceği ve gerçekleştirebileceği yeni yerler aramak için tekrar yola koyulmuştu. Ormanın derinliklerine doğru yol aldıkça bir sırtlan sürüsüyle karşılaşmış, hep birlikte gezen bu yaratıkların da tıpkı maymunlar gibi geniş bir aileye sahip olduklarını düşünmüş ve daha özgürce dolaşan bu hayvanlarla arkadaşlık etmenin daha iyi olacağını hissetmişti. Usulca yanlarına yaklaşıp onlarla yaşayıp yaşayamayacağını sordu. Sürünün önünde olan ve gurubu yönlendirdiğini düşündüğü sırtlan ağzından salyalar akıtarak ona yaklaşıp; çocuk sen ne geziyorsun buralarda? diye sordu. “Efendim” diye cevap verdi küçük yavru ve devam etti. “Ben nereye ait olduğumu bulmak ve kim olduğumu bilmek için çıktım yola ve sizinle karşılaştım. Lütfen benide aranıza alır mısınız?” dedi. Sırtlanlar kendi aralarında bu konuyu istişare ettikten sonra küçük yavruyu yanlarına almaya karar verdiler. Aylar geçiyordu ve yavru her geçen zamanla biraz daha büyüyor, daha da güçleniyor, sırtlanların korkup yaklaşamadıkları hayvanlara karşı daha cesur mücadele edebiliyordu. Ama içinde bir türlü anlamlandıramadığı birşeyler eksikti. Sürekli kendi kendine, “Tüm bunları yapmak için doğduğumu düşünmüyorum, ben bu sırtlanlar gibi sürekli birilerinin artığıyla yaşayamam” deyip duruyordu. Bir gün yine yaralı bir hayvan görüp başına üşüştüklerinde, aniden içinden bir ses, “Senin bu leş yiyicileriyle ne işin var? Kendini neden bu kadar küçük düşürüyorsun” dedi. İste o an kendinin bu sırtlanlar gibi olmadığını aniden kavradı ve o günün akşamında aylarca birlikte vakit geçirdiği sırtlan sürüsüyle vedalaşarak yanlarından ayrıldı.
Ormanın gece karanlığında ilerlerken aklında bir sürü soru vardı. Maymunlarla güzel vakit geçirmişti ancak bu kadar boş konuşmaları onların kendisi gibi hayatın anlamını sorgulamadıkları anlamına geliyordu. Peki ya sırtlanlar, onlarda mı boşuna yaşıyorlardı bu hayatı? Sürekli kendilerinden daha güçlü olanların geride bıraktıkları kırıntıları yiyerek ve sürekli arkalarını kollayarak yaşamak ne acı diye düşündü. Gece boyunca aklından yüzlerce soru geçti ve tabi tüm bu sorulara cevaplar arayarak…
Kendini yorgun hissediyordu. Bir ağacın oyuk kenarına doğru kıvrılıp uyumak için bulunduğu yeri biraz eşeledi. Bir kaç aydır bu davranışı sık sık yaptığı geldi aklına. Bu geceye kadar nedenini hiç sorgulamamış, sadece içgüdüsel olarak yatmadan önce biraz eşelenmesi gerektiğini hissetmişti. Fakat bu gece cevaplar ve anlamlar sorulardan önce geliyor gibiydi. Zihnindeki bu soru ve cevapları düşünürken uyuya kaldı.
Çok daha küçük olduğu zamanlar gölgesini yakalamak için oyun oynadığı zamanlarda ki gibi bir rüya gördü o gece… Fakat bu sefer o kadar küçük olmadığı gibi bu sefer kocaman bir gölge onu yakalamaya çalışıyordu. Olanca gücüyle kaçmaya çalışıyor ama çabaladıkça tıpkı uyumadan önce toprağı eşelemesi gibi olduğu yerde kalıyordu. Korkarak ta olsa yaklaşan dev gibi gölgeye kafasını kaldırıp baktı. Ne kadar da bana benziyor diye düşündü gölge yaklaştıkça… Korkusunun biraz da olsa azaldığını hissetmeye başlamıştı. Gölge ile arasında sadece bir ayak mesafesi kalmıştı. Doğrudan gözlerinin içine bakan gölgeyi sanki kendini tanır gibi tanıdı. Gölge: “Bunca zaman gerçekte kim olduğunu bulmak için aranıp durdun ve kendine sürekli ben kimim diye sordun. Yanlarında bulundukların sana sürekli kim olmadığını anlatmaya çalıştı. Bunu anlamaya başladığında ise onların yanından ayrılmak zorunda kaldın. Bir domuz sürüsüyle pislikleri koklayıp yemek zorunda kaldın, bir kurt sürüsüyle avlanmaya çalıştın, bir fil sürüsüyle ağır aksak yaşamaya çabaladın ama ya hep bir şey eksikti ya da fazladan fazla… Bildiğin halde bilmemezlikten geldiğin veya cevap vermekten kaçındığın kendi varoluşun seni bir şekilde onların yanından ayrılmaya zorladı. Şimdi buradasın ve hala aramaya çalıştığın kim olduğun. Üstelik bu kadar kim olmadığını anlatan örnekle karşılaştığın halde hala bildiğin gerçeği kendine söyleyemiyorsun. Artık öğrenmenin zamanı geldi.
Sen bu ormandaki en güçlü aslanın tek oğlusun. Bütün bu arayışın bir aslan olduğun halde kendine yeteri kadar güvenmediğinden dolayı oldu. İçindeki sesi duymazlıktan gelerek ormanın ruhuna karşı gelmeye çalıştın. Oysa o hep yanında ve sana eşlik ediyordu ve hiçbir zaman seni yanlız bırakmadı. Maymunlarla birlikte geçirdiğin zamanda boş ve beyhude işlerin vaktini carcur ettiğini sana o hissettirdi, Sırtlanlarla birlikteyken kendi mücadeleni vererek başkalarının artıklarıyla yetinmemen gerektiğini, domuzlarla beraberken homurtudan ve pislik içinde olmaktan uzak durman gerektiğini, kurtların açlıkları bitse de sürünün çoğuna saldırdıklarını ve hırslarına yenik düştüklerini, fillerin hiç acele etmeyip ağır aksak yaşamayı seçtiklerini bilmeni hep o hissettirdi. Orman senin içindeydi, sense kendini ormanın içinde olduğunu zannettin.” O sırada hiç duymadığı ama kendi sesine yakın bir ses yankılandı kulaklarında ve şöyle bağırıyordu. “Kendi kaderini düşünebilme cesareti gösterenler ormanın da kaderini belirler.”
Uyuduğu ağacın kovuğunda yavaşça gözlerini açtı, etrafına baktı. Artık hem kim olduğunu biliyordu, hem de kim olmaması gerektiğini.
Ertan Yavuz
icaforiz_