Kitapların her kelimesinde anlam aramaya başlamıştı. Bu da yetmiyormuş gibi şarkı sözlerini anlamlandırmaktan doğru dürüst müzik dinleyemez olmuştu. Ne olmuştu ona böyle? Herkesin yaptığı en basit işlerin bile ayrıntılarını düşünmekten işlerini yapamaz hale gelmişti. Ayrıntılar olmadan hayatta boşluklar kaldığını çok iyi biliyordu bilmesine de ama onlara bu kadar takılarak asıl hayatını boş hale getirdiğini bilmiyordu. En küçük kelimesine takılır gibi bir cümlenin kıyıda köşede kalmış detaylarına saatlerini harcıyordu hayatının. Boğuluyordu detay yığınında. Kelimeler, yüz ifadeleri, bakışlar daha neler vardı takılıp düşünmekten uyuyamadığı. Uyuduğu anlarda bile rüyalarında görüyordu her şeyi.
Kimseye anlatamıyordu da zaten anlatsa ne olacaktı, sanki ne diyebilirlerdi? “Takılma, hayatını yaşa, akışına bırak.” Kendi de biliyordu duyacağı cümleleri başkalarından.
En iyisi gitmek miydi acaba? Uzaklaşmak tanıdığı herkesten? Tamam kabul gitsindi ama giderken kendini de götürecekti yanında; zaten beynini kapatıp gidemezdi ki insan. En azından tanımayacaktı gittiği yeri, oradaki insanları. Tanımadığı insanlara da takar mıydı acaba? Onların söylediklerinin de görülmeyen anlamlarında boğulur muydu elinde olmadan? Ya da gerçekten elinde olmadan mı yapıyordu? Satır araları önemlidir demişti bir öğretmeni. İnsanlar söyleyemediklerini bilinçaltlarında kendilerinden bile sakladıklarını istemsizce anlatırlarmış; onun öğrendiği buydu yıllarca. İnsanlar söyledikleriyle değil söyleyemedikleriyle var olurlardı ona göre. Çoğu zaman yalandır yüksek sesle söylenen sözler ya da sadece bir abartıdan ibarettir geçici bir abartı. Söylendikleri anda anlamlarını yitirir.
Ama ya söylenemeyenler? İnsan onlarla var olur; bazen o kadar değerlidir ki o söylenemeyenler kendinden bile saklar insan. İşte bu yüzdendir onun da detaylarda kayboluşu.Şimdi düşündü de acaba mutsuz olmasının sebebi şu çırpındıkça daha da battığı detaylar mıydı? Olabilirdi; neden olmasındı ki zaten fazla bilmekti mutsuz eden fazla bilmeyi istemekti. Detaylarda fazlası değil miydi hayatın? Sadece bilmesi gerekenle yetinseydi insanlar Adem ile Havva’dan beri kimse mutsuz olmazdı belki de.
Düşünce suçu vardı gerçekten de ama suç herkesin bildiğini sandığı ‘düşünmek’ değildi. Her şeyin ardı arkasını düşünmekti asıl suç olan. Madalyonun hep görünmeyenini merak etmekti. Kendi kendimizin mutsuzluğuna sebep olmaktı _düşünerek_ suç olan. Asıl onun cezası olmalıydı. Düşünerek mutsuz olan insanlar cezalandırılmalıydı. Mutluluğa mahkum edilmeliydiler. Okullardan kaldırılmalıydı satır aralarını öğretme dersleri. Suça teşvik edilmemeliydiler.
O da suç işliyordu kendine karşı uzun bir zamandır. Ağır bir ceza almalıydı. Müebbet bir mutluluk işini görebilirdi. Başaramaz mıydı? Büyük bir başarıyla mutsuz olabilen bir insan mutlu da olamaz mıydı?