Ben şimdi nerdeyim bilmiyorum. Tükendim mi yoksa yeniden mi doğdum… Bu hissettiğim ölüm gibi birşey ama kimse ölmüyor. 90’lardan kalma bir kaç fotoğraf karesi çarpıyor gözüme… Aradaki 7 farkı bulun hadi. Bir fotoğrafa bir aynaya bakıyorum. Suskunluğum içimde coşkulu bir yanardağ gibi. Umutsuzluk bunun adı… Düşüncelerim kalabalıklaşıyor yine. Hadi öl diyorum kendime. Kalabalıkta da ölünmez ki. Yorgunum…
Seyre dalıyorum tanıdığım bildiğim o dört duvar arasını… Kara kaplı bir defter ilişiyor gözüme. Herhangi bir günde ve herhangi bir zamanda sana dair olan sayfalar… Diyor ki; Pembe yanaklı bir kız çocuğu…
Ve ben yine sövüyorum hiç yaşanmayacak olanlara. Bazı acıların ve bazı hislerin hiçbir dilde ve çizilen,yazılan hiçbir yazıda ifade edilemediğini öğrendim. Ne anlatmaya yeter ki, vücudunun her noktasında,gözlerinin ucunda kalbinin sonunda hissettiğin o acının tarifini…
Hani o an varya hepinizin bildiği klasikleşmiş komedi oyunlarına sahne olmuş o an. Erkeğin kadının gözlerine son kez baktığı yüzünü okşadığı ve ellerinin ayrıldığı o an. İşte o anda gerçek aşkınızı kaybettiyseniz bir daha bulmanızın mümkün olmadığı bir an aslında. Ne derler bilirsiniz hiç gitmeyecekmiş gibi sevenler hiç sevmemiş gibi giderler.Aşkı için acısından ölene dua edilmezmiş der büyüklerimiz.Yüreğine tarifi imkansız bir acı oturduysa ve bir daha hiç geri gelmeyecek mutluluğunu kaybettiyse aslında o zaten ölmüşse gururundan ayıp mı gitmesi. O fotoğraf karesinde ne gördüğümü söylemedim. O fotoğraf karesinde, masum ve oyuncağı hiç elinden alınmamış bir çocuğun mutlu bakışları vardı.Şimdi aynaya baktığımdaysa acı, kalbine ruhuna ve gözlerine sinmiş, mutluluğu hiç tadamadan ölmüş bir sürü umut var.
Sonra bir sigara yaktı umutsuz kahramanımız, avuçlarındaki son güçle kaldırdı kendini oturduğu yerden kocaman bir umut gördü maviliklerle bezenmiş. Hadi dedi hadi gidiyoruz buralardan. Ve terketti kalbinde sardıkça kanayan o acıyı. Ve bir daha sonsuza dek acı hissetmedi o minik kalbi…