Hiçliğin ve yaşanmışlıkların ince bir çizgi olduğu yerden yazıyorum. Ama içim nasıl karanlık, nasıl dehşet verici. Uzun zamandır yaşamıyorum. Tekdüzeliğin arasında kayboldum. Her gün sabah kalktığımda aynı işi yapıyor, öğlen aynı yemeği yiyor, akşam da aynı şeyleri izleyerek günümü bitiriyorum. Bazen diyorum, ”Çık şu monotonluktan, aç gözlerini fal taşı gibi. Yaşa, eğlen. Genceciksin!” diyorum da yapamıyorum. Bazen bir şarkı çalıyor, eskisi gibi merakla dinleyemiyorum. Aylardır aynı adama aşığım mesela. Evet bağırabilirim da ”Aşığım!” diye. Kendimden ilk defa bu kadar emin olduğum halde niye yaşayamıyorum. Ya da şöyle sorayım; Neyden korkuyorum? Reddedilmekten mi ya da ona ulaşamayacağımı bildiğim için olmayacağından mı? Olmayacaksa olmasın arkadaş! En azından denerim. Denemek de insana dahil değil mi zaten? Hangimiz emeklemeden koşmayı öğrendik gerçek anlamda.
Bazen de durup düşünüyorum. Genelde uyuyamadığım saatlerde balkonumda oturup sigara içerken bazen de sarsıcı bir filmi izledikten sonra hayatı sorgularken… Daha ne gördük de bu kadar yıpranmış olabiliriz? Ya siktir et geç demek neden bu hayli zor? Ah… Çok soru işaretleriyle dolu kafam. O kadar dolu ki bazen kafamı kaldıramıyorum o huzursuz bir şekilde gözümü kapadığım yastıktan. Kime ne sormalı, kiminle konuşmalı bilmiyorum.
Hem eskisi kadar ne kitap okuyorum ne de müzik dinliyorum. Aslında hayatımın merkezinde olan çoğu şeyi bayağı bir zamandır yapamıyorum. Bazen elimi böyle sıkıca yumruk yapıp kafama kafama vurasım geliyor. ”Yahu Gülnur! Kendine gel, yoksa ben seni kendine getirmesini bileceğim!” diye bağırıyor iç sesim bangır bangır.
Ama diyorum ya; korkuyorum. Ya yine birisi gelir de hayatımın tüm düzenine sıçar gider diye. Güçlü kala kala güçsüzleşiyormuş insan. Bende de aynı durum söz konusu galiba.
BEN KORKUYORUM, SEN BUNU OKURSAN KORKMA DA GEL BANA.