Işığını arayan soluk benizli sokaklarda yürüyorduk. Kimsenin hatırlamadığı yaşanmışlıkları bünyesinde sindirilememiş her aleladelik gibi onlar da bizi seyrediyorlardı. Unuttuğumuz köşebaşlarını sonradan hatırlamamak için çark etmeden geçip gidiyorduk. Görmediğimizin gördüğümüz olduğu her şey gibiydik.
Bir köşede oturup bekledim. Zamanın tüm anlamlarını sorgulayan hayatım gibi, durup durup geçiyordum kendi içimin hatıralarından.. Biraz mürekkep, estetik olduğuna inandırıldığım bir plastik kaplama, biraz da kağıt yeterliydi içimi anlatmaya. Seni düşündükçe, kendimi düşünüyor; kendimi düşündükçe içinde senin olmadan olmayacağın düşüncelerin içine evriliyordum.
Işığını hiçbir zaman bulamayacağına inandırıldığımız bir köşebaşından geçiyorduk. Senin ellerin üşüyor, benimse beynim – düşünmekten – terliyordu. Anlatıversek içimizin beklemişliklerini fersahlarca uçucaktık var olan sıkılganlığımızdan.. fakat senin kelimelerin kayıptı, benimkilerinden sonu gelmeyeceğinden olsa gerek hiç başlamıyorlardı.
” Bu kadar mıydı öykümüz? ”
” Bilmem ” dedim.
Geçiştirmek için değil. Gerçekten bunca fikir imecesinin temaşasında boğulan bünyem bu konuya bir şey üretemiyordu. Evet olduğu kadar Hayır, Hayır olduğu kadar Evet diye karşılanan bir kelimeyi bulamayan insanoğlu gözlerindeki deterministik gözlükle bize bakarlarken; bir her renkte gülümsüyorduk onlara..
Sonrasızlıkta bir titreme gibi geçip gidecekti. Sen beni özlerken ben bilmediğim dillerin birinde bir çocuk türküsü söyleyecektim.
Kendim kadar..
251114