Acımasız, gaddar, eli kanlı bir insandan; depremden, kar fırtınasından ya da yalnızlıktan daha kötü olabiliyor bazı hatıralar, öldürüyor, altında kalıyorsun ya da bir hiçsin kalabalıklarda. Hangi hançer ki arkadan doğruca kalp hizasına saplandığında öldürmez insanı? Öldürmüyor işte, öldürmüyor hatıraların o tatlı, sinsi hançeri. Hayattan, aşktan, mutluluktan ve heyecandan en ufak bir kırıntı bırakmıyor. Milyonlarca yıldır hayatta olan, ancak bütün zevkleri tatmış ve en nihayetinde katı, kaskatı ve alabildiğine soğuk bir kalple yaşamaya mecbur kalmış mutsuzluğun, huzursuzluğun, talihsizliğin, heyecansızlığın prangalarınca ruhuna mühür yemiş, zindanında ölümü bekleyen ebedi bir tutsak misali vaziyetim. Sarımtırak hatıraların çıkışı mümkün olmayan kuyusuna düşmüş halde buldum kendimi. Sanki bir muharebe meydanındayım ve çarpışıyorum hatıralar kavmimle, yani kendimle. Doğarken güneş batarım ben…bu böyle. Yandım der; Sönerim ben!
Ruhumda demir parmaklıklar vardı benim,
Biliyor musun, özgürlüğü asla tadamadım, buna yeltenemedim bile,
Ruhumda derin efkârlar taşıdığımdan haberim dahi yoktu,
Hüngür hüngür ağlayan ruhumun farkında bile değildim.