Oysa ne güzel umutlarla girmiştik 2022’ye… Belki Korona’nın üzerimizde bıraktığı yıpranmışlık duygusunu yırtıp atmak için ne hayaller kurmuştuk yeni yıla dair… Yine yılmamızın bu kadar erken gelebileceğini nasıl bilebilirdik ki..? Kaoslarla, salgınlarla kararan dünyamızda küçücük bir umut ışığı ile ısınmaya çalışırken, İran’dan gelen acı bir haberle üşüdük… Çok üşüdük…
İran’a bağlı Belasur köyünde çocuklarıyla birlikte Afganistan sınırından geçiş yapmak isteyen bir annenin kış soğuğunda üşüyen çocuklarına kendi çoraplarını giydirip, kendi ayaklarına poşet geçirerek kazanmaya çalıştığı var olma mücadelesini kaybetmesi yine içimizde o bilindik o eski o sivri buruklukları belki milyonuncu kez kanattı. Çocukların ölümün eşiğinden dönmesi ile bir nebze olsa da umutlanan insanlığın ise o annenin vebalini üzerinde ebediyete dek taşımaya devam edeceği şüphesiz…
Küresel gelir adaletsizliğinin, batıdan doğuya ülkeler arasındaki uçurumun ve hatta bazı ülkelerin sanayileşmiş refah sahibi bölgeleri sanayileşmemiş handikaplı alanları arasındaki toplumsal farklılaşmanın, hizipleşmenin, çıkar çatışmalarının, ötekileştirmelerin, dayanışma yerine bireysel atomizasyonun, kitlesel huzur yerine bireysel haz arayışlarının çarpıttığı günümüz dünyasının en son ibretlik halini yine bu mazlum annenin dramında gördük…
Zenginlerin, patronların, liderlerin, ikonların gözünün bir türlü doyamadığı, insanlığın en ayrıcalıklı kesimlerinin bir türlü paylaşmaya ve yardımlaşmaya yönelemediği dünyamızda, belki başta ülkemiz olmak üzere Orta Doğu’da bir kaç bölgesel insiyatif, Avrupa’da can çekişen belli bir sosyal demokrat aydın kesim ve dünyanın muhtelif yerlerine dağılmış vicdanlı insanlar haricinde göçmenlerin, emekçilerin, ezilenlerin ve sistemin çarkları arasında öğütülenlerin, denizlerde, karlarda, çöllerde ve dünyanın çeşitli yerlerinde can vermesini ve hatta alenen birilerinin çıkarları uğruna harcanmasını eleştirebilen vicdan sahibi demokrasi muhatabı yok denecek kadar az…
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetinin kaosları, mağduriyetleri ve kıyımları seyirlik şölen haline dönüştürdüğü günümüzün tımarhaneden bozma dünyasında ne devrimci yıkımcı söylemlerin ne de konformist umarsamazlıkların artık bir karşılığı yok. Tüm farklılıklarımıza tüm anlaşmazlıklarımıza rağmen bir şekilde ve bir şeyler yapabilmek için dayanışmayı öğrenebilmeliyiz. Buna başlayabilmek için de empatinin nasıl kurulabileceğini ve nasıl yaygınlaşabileceğini sorgulamamız gerekiyor.
Günümüzde Altın Küre Ödül Törenlerinin sönük geçmesinin, dünyanın dört bir yanındaki şiddet, terör, zulüm, hakkaniyetsizlik, ötekileştirme sorunlarından daha fazla konuşulduğunu, eğlence olanın konuşulması gerekenin yerini aldığını görmekteyiz. Eğer çocuklarımıza süper kahraman filmlerinden, geçici eğlenceliklerden ve yapay gündemlerden vazgeçmeyi öğretemezsek, donan sadece çocuklarının üşümesini engelleyen bir annenin bedeni olmayacak… Kaskatı kesilmekte olan insanlığımız biz biz olmaktan çıkarmaya çok yakın… Çünkü fabrikaların dumanlarından öte, insanların gözündeki menfaat ateşiyle cehenneme dönen dünyada küresel ısınma artıyor, çorapsız anneler donarken…