Çokça duyduk tarih kitaplarından. ”Lale Devri”. Neydi bu ”Lale Devri”? Masraftı, gerek var mıydı? Tartışılır. Ama olsun. Bir ay kadar da olsa gözlerimiz şenlensin. Neticedir ya hep, en önemlisi. Sonuca ulaşana kadar hiçbir durum, olay netlik kazanmaz. Görmeyiz olup biteni. Ya da görmek istemeyiz.
İlkbaharın o kalın kabanları, botları-montları, kazakları, atkıları bi kenara attıran; güneş gözlüğü mü taksam yoksa şemsiyemi mi yanıma alsam dedirten ılıman günleri. Adeta bir “tropikal iklim” veyahut “ekvator bölgesinde” yaşıyormuşçasına bir hâl uyandıran günleri… Handiyse şortla gezeceğiz de, daha var o günlere. Biraz sabır! Laleler diyorduk. Zambakgiller familyasından olan laleler, eylül-aralık aylarında ekilir ve yeşerip çiçeklenmesi ise nisan-mayıs aylarını bulur.
Birçok kere renk renk laleler görmeme karşın onun gibisini görmemiştim. Hiç de ummadığım bir anda karşılaştık. Onca lalenin birlikte seferberlik ilan ettiği Emirgan’da bile görmemiştim kendisini. Bu sefer beni büyüleyen rengi değil şekliydi. Bir gelin gibi bembeyaz bürünmüş; ama bir o kadar da hırçındı. Sadeliğini, asaletini korumak istercesine diken benzeri çıkıntılarıyla adeta bana savaş açıyordu. Bu karşılaşmayı hiç kaçırır mıyım? Hemen fotoğraflamaya koyuldum (gözüm vizördeyken kıyamet kopsa farketmem). Birkaç adım ilerimde bir ses duydum. Baktığım yere bir kemik parçası düşmüş. Kafamı yukarı kaldırdığımda karganın ağzından düşürdüğünün farkına vardım. Aklıma karga-tilki hikayesi geldi hemen. Ama karga almaya bile yeltenmedi. Karga bu ânı bozamazdı.
Güzel pozlar vermesinden ötürü teşekkürlerimi sunduğum “gelin lale”yle bir sene sonraya görüşmek üzere sözleştik.