Apartman boşluğu değil de, mahalle boşluğu düşünün. İşte oraya doğru bakıyordu Suphi. Apartmanların toplantı yaparcasına dizildiği, yuvarlak masa şövalyelerini andıran bir apartman topluluğu. Öğlen yemeğini yeni yemiş, camı da aralamış Suphi; sigarasıyla baharı selamlıyor elinden geldiğince. Ağzındaki karnıyarık tadı geçene kadar mutlu olacağı kesin, sonrası ise malum. Boşlukta gördüğü sabahçı öğrencileri muhtemelen, mahallenin okulundan uzakta olmaları ve üzerlerindeki önlüklerdi ona bu düşünceyi veren. Bulabildikleri en büyük taşlara kale direği vazifesi yüklemişler, keyiflerine diyecek yok. Sekiz çocuk seçiyor Suphi’nin gözleri, sahanın büyüklüğünü gözleriyle tarttıktan sonra takdir ediyor çocuklar içinden; olsa olsa sekiz kişi oynanırdı burada diyor. Her mahalle arası maçında olduğu gibi pozisyon tartışmaları oluyor önce. Birkaç dakika sonra ise, güçlü ve tıknaz görünümlü çocuklar forvete; cılızlar ise defansa geçiyor. Doğal seleksiyonu çıplak gözleriyle görebildiği için kendini şanslı hissediyor Suphi. Kaledeki çocuklar ise joker konumunda; yenilen gol başına değişiyor çünkü kaleci mahalle futbolu kurallarına göre. Kaledekilerin karakter analizini yapmak için şahane bir fırsat…
Maçın ilk düdüğü diye bir şey yok elbette, ama santra yapılıyor yine de gerçeğe uygun olması için. Ne kadar gerçekçi olursa, o denli keyif verir mahalle maçları çünkü. Direkten dönen top asla olmayacak belki evet, ama aut mu korner mi tartışmalarıyla şenlenecek her maç; bazense çirkinleşecek. Hafızasını zorlamasına rağmen, daha önce kavgasız gürültüsüz sona eren mahalle maçı izlememiş olduğu fark ediyor Suphi. Ve derken maç başlıyor. İtişmeler kakışmalar ilk saniyelerde çok normal karşılanmalı mahalle maçlarında, plansızlık ön planda çünkü. Tıknaz forvetlerden birini yerde görüyor Suphi, nasıl düştüğünü gözden kaçırmış sigarasıyla uğraşırken. Faul mü değil mi tartışmaları var sırada. Aşağı yukarı iki dakika sürüyor bu tartışmalar; maçın tamamının yirmi dakika olduğu düşünülürse muazzam bir süre. En uzun boylu ve en büyük göbeğe sahip çocuk faul olduğunu inandırıyor diğerlerini. Burnundan akan sümüğü koluna silerken tek ayağı da topun üzerinde, serbest vuruş kullanacak haspam. Hagi’yi izleyerek büyüyen bir nesilden daha başka ne beklenebilir ki? Elbette kaleye vuruyor uzaklık gözetmeksizin. Kalecinin gol yemeye hevesli olduğu o kadar belli ki, kendisine doğru yuvarlanarak gelen topu üvey evladıymışçasına kucaklıyor. Kalecinin, aklından “bir dahakine artık” diye geçirdiğine emin Suphi, “bir sonraki şut kesinlikle gol” diyor kendi kendine. Tahmininde de yanılmıyor, bir sonraki şut gol… Oldukça tartışmalı bir pozisyon; gol olup olmadığı net değil. Auta mı çıktı, gol mü oldu tartışmaları sürerken, “Direkten girerdi o top zaten!” yorumuyla kalkıyor Suphi’nin kaşları. Hayalgücü diye düşünüyor, böyle böyle gelişiyor demek. Gol kesin değil, ama ödünç olarak veriliyor karşı tarafa; daha sonradan fazlasıyla geri alınacağı çok belli. Golü yiyen kalecinin yüzündeki rahatlamayı fark etmemek mümkün değil, “Yapabileceğim hiçbir şey yoktu.” rahatlığı var adeta yüzünde keratanın. Göğsünü gere gere forvete geçebilir artık, geçiyor da; görevini tamamladı çünkü.
“Çay ister misin?” sorusuyla dikkati dağılıyor Suphi’nin bir anlığına. Önce şaşkınlık, sonrasında huzur kaplıyor içini. Çay istemez mi hiç insan? Hele ki sigarasını içerken. İstiyor elbette, kafasını dahi sallamadan sadece sırıtıyor annesine cevap olarak. Anne cevabı yirmi yıldır biliyor belki de, ancak sorma sebebi de cevabı bu şekilde almak istemesi muhtemelen. Çay geliyor. Çayı şekersiz içmeye başladığından beri daha mutlu Suphi, daha az işi var çünkü artık. Çay kaşığının çıkardığı moral bozucu sesin yokluğu da cabası. Sigarasını sarmayı bitirmiş, tekrar gözlerini çeviriyor mahalle boşluğuna. Dakikalar ilerledikçe göbekliler nefes nefese kalırken, zayıflar üşümeye başlıyor. Takvimsel olarak gelmiş olsa da, gerçek anlamda gelmediğine karar veriyor Suphi baharın tam da o an. Futbol oynayan bir çocuğun üşümesi kolay kolay rastlanabilecek bir olay değil çünkü.
Anneler nerede kaldı demeye kalmadan maçın ilk annesinin sesi çınlıyor sokakta: “Can haydi içeri artık!” Kaleye yeni geçen çocuk olacak Can, yüzündeki hoşnutsuz ifadeden çıkarıyor Suphi bunu, özellikle arkasına bakıp bakmamakta kararsız kalan gözlerinden. Neyse ki sırtı dönük annesine, biraz daha kalabilecek oyunda bu sayede. Yirmi metre kadar arkasından bağıran annesini duymazdan geliyor Can, bağırmaktan sıkılan annesi ise muhtemelen sessizce oğluna beş dakika daha izin vermiş olacak ki içeri giriyor. Can şimdi daha iyi kaleci. Çünkü kaleden çıktığı anda annesinin radarına yakalanabilir. Maçın sonuna kadar kalede kalıyor Can.
Son yudumuyla birlikte ağzına gelen demler sinirini bozsa da biraz, mutlu içtiği çaydan Suphi. Sigarasıyla çayını yine ayarlamış, aynı anda bitirmiş ikisini de. Önce sigaranın, sonra ise çayın son yudumu… Gözlerini tekrar çeviriyor mahalle boşluğuna. Koşturan çocuk sayısı aynı olsa da, bağıran anne sayısının artmış buluyor. Çok yakında bitecek maç belli, hangi tarafın yendiği ise belirsiz. Kendisi de geçmişi düşündüğünde fark ediyor ki, o yaşlarda kazandığı hiçbir maç yok aklında; kaybettiği de. Çocukluğun güzelliği işte. Düşüncelerinden sıyrılıp tekrar odaklanıyor mahalle boşluğuna, maçın bitmiş olduğunu fark ediyor. Her zaman olduğu gibi, maçı anneler kazanıyor.