Kapıyı çarpıp, çıkıp gideyim diye düşündüm. Her şeyden ve herkesten. Kapıyı açtım, çarpıp gittim; ya da gittiğimi zannettim. Bir baktım, kapının tokmağı elimde kaldı. Kendime gelmeden, bir başkasından, bir şeylerden, herkesten gidemeyeceğimi kapının tokmağı bana bu şekilde anlatmaya çalışıyordu. Tokmağı atayım dedim, uçurdum tavanın buseye ihtiyaç duyan yalnız rengine; tokmak, tavandan sekip yine elime uğradı. Elimi bırakayım onunla dedim; elimi, uzuv kütüphanesinin yorgun satırlarına vermek istedim. Kapıdan bir ses duydum bu sefer; “öğretilmemiş her çaresizlik, öğrenilmiş bir muhtaçlıktır. Şimdi kendine gelmezsen hiçbir zaman gidemezsin birinden, bir şeylerden, ya da hiç kimseden.”
Kapıya koştum, tekmeledim, kapının tokmağı kapısına hasretle sarıldı ve elimi bırakmayarak beni hiç kimsenin umrunda olmamak feryatına bağladı. Çığlık attım; sustum zannettiler. “Çığlık, bir susuştur aynı zamanda” dediler. Gidemedim hiçbirinden; yeryüzünden, gökyüzünden, koltuktan, halıdan, canlı cansız hiçbir nesne, hiçbir manyetik özneden. Kendime gelememiştim çünkü ben. Bir gelsem, gelebilsem bir; gidebilecektim ait olmadığım her yerden ve sekecektim belki ama; gidecektim ait olduğum her yere.
Dilara AKSOY