Çocukluk yıllarımızda; kızlar pembeyi, erkekler maviyi sevmeye mecbur bırakılmıştı sanki. Tabi o zamanlar fuşya pembesi, saks mavisi meşhur değil. Ton olarak açık ve koyu seçenekleri kâfi geliyordu. Daha bebekken giydiğimiz tulumlarla başlıyordu bu renklere mahkûmiyetimiz.
Ben gizlice maviyi sevmiştim. Kimse bilmiyordu, söylemeye de çekindim çocuk ruhumla. Mavi erkek rengiydi ve ben maviye âşık bir kız çocuğuydum. Tüm kızlar pembeyi severken, maviyi sevdiğimi nasıl söyleyebilirdim ki? Ayıp gibi bişeydi kızlar için mavi.
Yıllar geçtikçe mavi de büyüdü benimle. Mesela deniz oldu. Önce denizi fark ettim. Gökyüzü çok yukarıdaydı o vakitler. Denizi de yalnızca mavi olduğu için seviyordum zaten. Uçsuz bucaksız bir mavilikti deniz, gözümü maviye doyuruyordu sanki. Ömrümde böyle mavilik görmemiştim. Ne muazzam şeydi öyle! Dedim ya, göğe bakmıyordum daha.
Çok değil, bir yıl içinde; gözümle değil, kalbimle göğe baktım ilk kez. Maviymiş! Hem de denizden daha maviymiş! Bu sefer maviden çok göğe âşık oldum. Gökteki her şey nasıl da hürdü öyle; kuşlar, bulutlar ve yıldızlar… Tam da hayalini kurduğum hürriyet! Ha bir de, Zarif Adam şöyle demişti: “Hem boşa değildi ‘Durma, göğe bakalım!’ haykırışları Uyar’ın. Zira, gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.” Kirlenmesin istedim çocuk yüreğim. Göğe baktım. Âsuman büyüdü, sevda oldu.
Böyle yazdım Mavili Şiir’i. Ummandan çok âsumana yazdım. Zaten Uyar’ın dizelerine rastladıkça şiir oldu mavi. Ve ben göğe baktım. Bir âşıktan tavsiyedir ki; göğe bakınız. Âsumanı sizlerle paylaşabilirim inanın. Mavili günler…