III.
Hayatın içinde düşünmeyi adet etmiş her nesne gibi; hayata dair düşünürken, içinin yalınlık arayışına anlam veremiyordu. Bir şeyler okumak, izlemek ya da bir şeyleri yazıya dökmek – zaten – var olanı çeşitlendirmek, çoğaltmak, detaylamaktan öte ne olabilirdi?
Zamanı gerçekten yiyor muydu? Bilmediği bir sokaktan, bilmediği halde geçerken, bilmediği bir adam, tanıyamayacağı bir çocuğa demişti bunu ilk duyduğunda : Kusura bakma senin de zamanın yedik!
Çokca öncede kalmıştı bu saplantı. Süreğen olmasın diye çizgisel değil ki parçasal ! diyerek kaçıvermişti her tartışmadan. Yaşamın anlamını da dün-bugün-yarın mengenesinde zorla sökebilmiş, Şimdi Ve Şimdi yi benimsemişti.
Gözleri ve parmakları yazmaktan/okumaktan yorulduğunda, sesini kaydediyordu. Atıllığından sıkılıp, yatağına uzandığında dinlerdi kendi sesini bir başkasının sesi misali..
Kimsenin okuyup okumamasını önemsemezdi. Bu yöndeki heveslerini çoktan yitirmişti. Gerçi en hevesli zamanında bile kısa bir uzantı paylaşırdı.
gençlik kayıp geçen bir haz
ruhumuzun lekesi, yaşımın karnavalı
hala genç kaldığıma inandırılıyorum.
Susuyorum ve
Gülüyorum.
Çünkü eminim artık o olabilir elimde tek kalan..
Internet / Örütbağ denilen illeti radyo dinlemek için kullanmayalı çok uzunca bir zaman geçmişti ki, zattirizuppak bir FMde bu şiiri dinledi. -Ağır ağır yavaşlığını özlemletmeyen okuyucu; insanın içinde bambaşka bir dünya yaratırdı.-
O denli hissetmişti ki; farkında olmadan elinde tuttuğu puzzle parçasını yamulttu. Duraksadı. Ruhunu bedeninde tutmak mahareti çoktan kaybetmiş her bünye gibi; ruhunun yıllar öncesinde salınım yapan hatıralar geçidini seyredaldı. Kendim kadar evren elim kadar dünya dedi.