Yıl 17 Ağustos 1999 sıradan bir gece, herşey normal,yıldızlar gökte.Onlar gecenin gözleri ,karşıda gecekonduların ışıkları çarpıyor gözlerime.Dükkanların kepenkleri indirilmiş,sokak lambalarının altında başıboş dolaşan köpekler havlıyor. Neden havlıyorlar ? Bugün herşey çok normal hatta gereğinden fazla bu kadar normal olması canımı sıkıyor.Saatler ilerliyor akrep ve yelkovan birbirlerini kovalıyor ışıklar teker teker sönüyor muhtemelen insanlar yarın sabah işlerine gidecek,bazıları ise sevdiğine açılacak, bazısıda belki çok zengin biri olacak,küsler barışabilir.Yarın,onlar için bir şanş, bir umut, yaşanacak bir anı…İnsanlar sabah uyanmak için uyuyor.
Neden havlıyor bu köpekler ?
Susmuyorlar.
Haddini aşan bir belirsizlik var can sıkıcı bir durum.Umutlar,aşklar,hayeller 03:02’de ölüyor bu belirsizlik kendini acı bir kargaşaya çeviriyor.Ağlayanlar var,kan var,çaresizlik hakim.
Nerede umutlar,hayaller,aşklar ?
Şimdi hepsi soluk bir hayalet.Her aşk taşlara göümülmüş.
Yıl 2011 ben o aşklardan birini taşların arasından çıkarttım.Arazimize boşaltılan enkaz yığını yıllar içinde dolup taşarken orayı ziyarete gitmeye karar verdim.Yürürken taşların arasında bir kutu gözüme çarptı onu alıp üstünü bir güzel silkeledim içinde ne olduğunu merak ediyordum.Korku ve merakla kutuyu açtım içinden bir tutam saç teli ve mektup çıktı.Kim bilebilirdi ki içinden bir “iç” çıkacağını.Oturdum depremin üstüne mektubu okumaya başladım başı aynen şöyleydi…
Meçhul Bir Kadına Mektup
Başlık beni etkilemişti.Satırları okudukça “vay be”diyordum.Yazarında dediği “Aşk, yeni gelenlere giydirdiğimiz kostümdür”.Herkes kaybedince,bir gideni olunca aşkın nasıl birşey olduğunu anlar ben o mektubu okuduğum zaman anlamıştım bunun nasıl birşey olduğunu.Kavuşamayınca aşk oluyor.
Adam gözleriyle gülen, yüreğiyle konuşan ,çatık kaşlı esmer bir kadın sevmişti.Kadını böyle tanımlıyordu birde bir tutam saç onu nereden bulduğunu hiçbir zaman anlayamadım.”Esmerim şimdi ellerin bana el yalnız ve yalnız nefesin kadar yakınım sana çünkü sen ben çok uzaklarda olsamda mahrum bıraktığın sesinle,nefesinle yüreğimdesin.Taşların arasında bulduğum mektubun satırlarını teker teker parçaladım.Peki bunların hepsi neden ?
Aşk hiç görmeden sevmek mi ?
İnsan neden hayatın derin sevdalarına mağlup oluyor ?
Graham Greene, “Zor Tercih” romanında bunu iyi anlatmış.Roller bu kez değişmişti.Taşların arasından çıkardığım mektubun aksine erkek değil kadın baş roldeydi yada ikiside…Kadın, aşık olduğu adama kavuşmuştu ama hayaline..Adam ölmüştü.
Artık bir insanı görmeden sevmenin mümkün olup olmadığını öğrenecekti.
İnsan sevdiğini görmediğinde “aşk” biter mi ? Biter yada bitmez kişiden kişiye göre değişir zaten bittiği zaman hiçbir zaman gerçek aşk yaşanmamış demektir.Hiçbir zaman anlam veremedim bu duyguya.
Nasıl bir şeydir bu ?
Tanrı’ım bunu biz insanlara neden yapıyorsun ?
Aşk diye birşey yaratmışsın sana olalım diye.Bazılarımız hedefi şaşıyor,bazılarımız Yunus Emre gibi sana aşık oluyor.Taşların arasında bulduğum mektubun sahibide öyleydi,hedefi şaşmıştı zaten Graham Greene’nin de dediği gibi “Aşk, bir insanı Tanrı’yı sever gibi sevmek” O,olmadan da sevmek.Bazen sevdiğimiz hiç görmediğimiz Tanrı oluyor ona tapıyoruz bazense meçhul bir kadını seviyoruz ona tapıyoruz belkide aşk böyle bir şeydir.Kesin birşey var oda insanın bilinmeyene olan tutkusu çünkü sorular telaşlandırır,heycanlandırır.Cevaplar açık olmasına rağmen pek heycanlandırmaz .Bizler “sırrın”peşinden koşmaya meraklıyız mektubun sahibi gibi ….