Taksiyi durağa teslim edip uyumaya gidecekti birazdan. Taksim’den Tarlabaşı’na doğru inmek üzereyken radyoda Müslüm Gürses, Nilüfer’i söylüyordu. Gece yanıp sönen kırmızı ışıklardan birtakımını geçerken bir kadın elini kaldırıp durmasını işaret etti. Arka kapıyı açıp kendini içeri bıraktığında ağlıyordu. “Ne tarafa?” diye sordu Ferit.” Bilmiyorum, sür bir yerlere” dedi ağlayan kadın. Ferit taksiyi Aksaray’a doğru sürdü, pansiyona yakın, belki deniz kenarına gitmek ister, bırakırım düşüncesiyle. Tam Yenikapı yönüne sapmıştı ki kadın “dur!” diye seslendi. Durdu Ferit. Kadın indi, ön koltuğa geçti. “Şimdi devam edebilirsin” dedi. “Nereye?” diye tekrar sordu Ferit.” Deniz kenarı olsun” dedi. Sahil yoluna indiler. Hava henüz aydınlanmamıştı, soğuktu ama yağmıyordu. Uygun bir yerde durdurdu arabayı Ferit. Kadın indi arabadan, Ferit de, oturdular ön kaportanın üstüne.
Aksaray’da bir pansiyonda kalıyordu Ferit. 3 yıl önce gelmişti İstanbul’a eski hikayesini unutarak. 3 kişilik bir odaya yerleşmişti ilk olarak, eline biraz para geçince de tek kişilik odaya geçmişti. Kazandığı parayı nereye harcayacağını bilmediğinden, Zeytinburnu’nda kuytu bir mahallede yaşayan, yaşlı bir adam biriktiriyordu parasını, nedendir bilinmez güveniyordu bir gece taksisine binen bu adama. Tek bildiği sigarayla şarap içip, şiir okuyarak rutubetli duvarları seyretmekti. Az uyur, izin kullanmaz, her gece çıkardı taksiye. Bin bir türlü insana rastladığı için arkadaş edinmeyi denememişti bile bu kalabalık şehirde.
Kadın başını Ferit’in omzuna koydu, ağlamayı bırakmıştı. “Benimle gelir misin?” diye sordu Ferit’e. “Nereye?” dedi Ferit utangaç bir tavırla. “Nereye olursa” dedi ardından, “çok param var, kimsem de yok artık.” Şaşkındı Ferit. Birazdan pansiyona gidip uyuyacakken böyle bir şey başına gelmişti. Kelimeler ağzından yavaşça dökülmeye başladı.
“Ben bu hayatta paranın ne işe yaradığını bilemedim pek, 3 yıldır şu taksiyle dökük bir pansiyon arasında yaşayıp gidiyorum, nereye kadar giderse. Ondan öncesini silmişim, unutmuşum. 3 yaşındayım diyorum aynaya bakarken kendime. 3 yıldır aynıyım. Şimdi hiç tanımadığım bir kadın, gecenin bir vakti ağlayarak arabama binmiş, belli ki bir beladan kaçmış bir kadın, hayatımı bambaşka bir yöne kırmamı istiyor. Ben bu hayatta bir araba kullanmayı bilirim, bir de şiir okumayı. Araba kullanarak zamana, şiir okuyarak mutsuzluğa tutunuyorum. Mutlu olmanın ne demek olduğunu bilmezken, belki de beni mutluluk dediğiniz bir tarafa sürüklüyorsun.”
Kadın sözünü kesti Ferit’in. “Belki mutlu bir hayatta, şiir okumaz da şiir yazarsın” dedi. Zaman durdu bir an,” tamam!” dedi Ferit. Taksiyi durağa bıraktılar, bir kaç eşya aldı Ferit pansiyondaki odasından, şiir kitaplarıyla birlikte. Sabah bankadan çektikleri paralarla birlikte havaalanındalardı, İzmir’e gitmek üzere. Akşamında ise bir otel odasında kaliteli bir şarap içiyorlardı sevişmenin öncesinde. Bir hafta sonra bir başka şehirdelerdi, bir ay sonra ise bir başka ülkede. Başlarda zorlansa da alışmıştı Ferit bu kaliteli hayata, sorgulamıyordu pek olan biteni, merak da etmiyordu. Bir gece ışıklar içindeki bir otelin en üst katından şehre bakarken şiir kitapları geldi aklına. Rastgele açıp baktığı bir sayfada ‘mutsuzluğumu hak etmek için geri döndüm, kilometrelerce yürüdüm’ diyordu Cemal Süreya. Kadın duştayken, ayrıldı Ferit otelden, bıraktığı notta “ben şiir yazmayı beceremedim, okumayı bilirim” yazıyordu. Sabahında Aksaray’daki pansiyon odasındaydı. Bir şişe ucuz şarapla şiir okuyordu. Akşam odasına geldiğinde kadın, bilekleri kesik tavandaki rutubeti izliyordu gözleri Ferit’in, önünde, “olmasaydı sonumuz böyle” dizeleri açıkken.