Mutluluğun formülünü bulmak için, mutsuzluğun nedenini bulmak gerekir.
Neyi özleriz? Eksik olan ne?
Yakın ve uzak geçmişe ait pek çok şeyi özleriz. Eskiden bayram ziyaretlerine giderdik, komşularla toplanırdık, mahalle aralarında çekirdek çitlerdik, bolca sohbet ederdik, çocukken uçacağımızı zannederdik, sokaklarda oynar, şarkılar söylerdik vb…
Eskiden sürrealist hayaller kurar, gerçekleri yaşardık. Şimdi hayallerimiz gerçekçi, yaşadıklarımız uçuk kaçık. Eskiden başka hayatları hasetle ve tutkuyla merak etmez, hayatları paylaşırdık. Mutsuzluğun nedeni bu olabilir mi?
Mutluluk bir müzik enstrümanı gibidir. Enstrümanı kullanmaktaki beceri ve ustalığımız mutluluğumuzun sınırını belirler. İyi kullanılan bir enstrümandan çıkan sesler hem kendi ruhunuza hem sizi sarpasaran çevrenin kulaklarına iyi gelir. Kötü kullanılan bir enstrümandan çıkan anlamsız sesler ise sadece rahatsız edicidir.
Hiç kimse itiraf etmiyor ama; herkesin yüzünden bin parça yalnızlık düşüyor. Mutsuzken mutlu rolü oynamak zorunda bırakılıyoruz.
Kendimiz hakkında çok fazla gereksiz bilgi paylaşıyor, melankolik ve depresif özelliklerimizi o kadar çok dış dünyaya yansıtıyor ve özel yaşantımızla ilgili ayrıntıları öylesine düşüncesizce yayına servis ediyoruz ki; pek çok insanın içinde örtük vaziyette bekleyen merak, kıskançlık, karşılaştırma, hafife alma ve küçümseme duygularını gıdıklayıp, kendi hayatımızı zorlaştırıyoruz aslında.
Paylaşımı o kadar çok yanlış anladık ki! Dijital ortamda fotoğraf beğenisi yaparak hoşlandığını gösteren, varını yoğunu hayasızca ortaya döken, özgüvensiz ve öz değersiz bir toplum haline geldik. Yaşantılarımızın ayakları yere basmıyor. Hayallerimiz ise heyecan yoksunu.
Bakınız günümüzdeki kronik mutsuzluğun kaynakları:
- Yüzeysellik
- Eksik yanları güçlendirmek yerine cilalayarak kamu oyu beğenisine sunma
- Alınan yalancı takdirlerle beslenme alışkanlığı
- Kendi kendini kandırma
- Sosyal ilişkilerdeki zayıflık ve samimiyetsizlik
- Her geçen gün daha da azalan iletişim yeteneği
- Hoşgörü yoksunluğu
- Kendini keşfetme arzusunun tükenişi, sembolik hayatlara olan merak içgüdüsü
Hiç özlemediniz mi eski sizi, çocuk sizi ?
Bırakın şimdi başkalarının ne yaptığını. Eskisi gibi yapın, çocukluğunuzdaki gibi.
Sürrealist hayaller kurun.
Gülümsemekten çekinmeyin.
Kendinizi kimseye sormayın, onay alma tutkusundan vazgeçin.
Kendinizle ilgilenin. Her fırsatta mutlu olmaya, en sıkıntılı anın bile tadını çıkarmaya çalışın.
Arada bir kendinize romantik bir yemek ısmarlayın. Mumlarınızı yakın, sevdiğiniz bir içeceği kendi sağlığınıza kaldırın. Bütün bunları çevreye göstermek ve kendinizi başkalarına ispat etmek için değil, kendiniz için yapın ve unutmayın; kendiniz için yaptıklarınızı kimse bilmek zorunda değil.
Yaratıcılığınızı kullanın. Evinize yeni bir dekor yapın. Farklı mutfaklardan değişik lezzetler bulun ve yeni yemekler öğrenmeye ve yapmaya çalışın.
Yeni bir alışkanlık edinin. Bu spor yapmak, okumak, çizmek, fotoğraf çekmek veya ahşap boyamak olabilir.
Dostlarınızı, sevdiklerinizi dinleyin. Sadece cevap vermek için değil, anlamak için dinleyin.
Kendinizi kendinize anlatmaktan ve bunu dışarı yansıtmaktan korkmayın.
Fobilerinizle ilgili yeni adımlar atın. Yükseklik korkusundan mustaripseniz bir kere de olsa uçağa binmeyi deneyin.
Güvendiğiniz dostlarınızla kapalı AVM’lerde, pahalı restoranlarda değil de parklarda, bahçelerde buluşun.
Zamanınızı nitelikli ve dolu dolu geçirin. Kısa sürede kendinizi eskisinden çok daha mutlu ve rahat hissedeceğinizden eminim.
Siz bunları yaparken, çevrenizde internet bağımlısı dostlarınız, gece kulüplerinden çıkmayan ya da hayatını sadece iş – güç hesap ve kitaba adamış arkadaşlarınız, arabesk serzenişlerle kadere isyan eden tanıdıklarınız ve ufak bir böcek görünce çığlık çığlığa kaçışan kimseler göreceksiniz.
Siz bu sırada, fobilerinizle dalga geçiyor, yeni hobilerinizin keyfini sürüyor ve hayattan zevk alıyor olacaksınız.
Bazen bu süreçte kendimizi senfoni orkestrasındaki çılgın darbukacı gibi hissedebiliriz. Vivaldi klasikleri peş peşe sıralanırken, “Ah Azize” çalarak kendinden geçen, o kalabalık içindeki yalnız ama iç dünyası kalabalık adam gibi!
Sizce de bu coşkulu adam, ciddi simalı ve kurallarından taşmama gayretindeki orkestradan çok daha keyif ve huzur duygusu vermiyor mu?