Kısa ve yorucu yolculuktan sonra evine girmişti adam. Yaptığı tek şey tüneldeki ışıkları saymaktı. Defterini açtı, kalemini hiç faça vermeden çıkardı ve yazdı;
Sermest.
Kapattı defteri. Kimse bilmiyordu Sermest’i. Oysa adam ruh sığdırmıştı harflerin eşsiz arasına. Kimse duymuyordu kelimelerin çığlığını. Sağırdı herkes kelimelere. Işık sayma işlemlerini kendince bitirip, durağa yaklaştığında karanlığı sezdi. Karanlık bembeyazdı. Duraktan çıkmak için can atıyordu. Sigaraya kavuşma isteği, derin sarsıyordu düşüncelerini. Çıktı metrodan, “sonunda” dedi ve bir sigara yaktı. İçine çektiğinde ciğerlerinin aldığı zift hasarı, onun için keyfi eğlenceydi. Bir süre yürüdü. Düşünmeden, boşlukta yürüdü. İnsanların üstüne basmadı, yanlarından geçti. Sönen sigarayı küfür gibi salladı sokağa. Araba geçti sigaranın üstünden. Önemsemedi şoför. Kimse duymadı sigaranın çığlığını.
Kısa, nikotinli bir yürüme sonucu kapısının önüne ulaştı. Basamakları çıkarken ışığı yakmadı. Gözleri kapalıydı. Sadece çıkıyordu. Geçici bir körlük hissi istiyordu, hepsi bu. Başarmıştı. Basamakların sonucu ev kapısının anahtarını yine görmeden açmayı tercih etti. Odasına yürüdü. Ceketini çıkartıp doğaçlama bir biçimde yatağına koydu. Ceketin yanına oturdu. Ceketiydi en iyi arkadaşı. En iyi sırdaşı oydu. Ondan başkası bilmiyordu adamın hayatında olup bitenleri. Kimsesizdi aslında adam. Bu onu ilgilendirmiyordu. Pek kimse ile konuşmuyordu. Konuşulanları benimseyemiyordu. Etrafındaki insanlar sadece ağızlarından beyinleri akan kişiliklerdi. Önemsemiyordu. Böyle bir topluma girdiğinde kimsesiz kalma duygusu ayyuka çıkıyor, gün kadar glasnost yalnızlığı özlüyordu. Ruhu Dünya’nın 7 kat altına saplanıyordu. Magma tabakaları daha eğlenceli bir hal alıyordu onun için. Sessiz ve sıcak bir şehir. Harikaydı. İlgilendiği konuşmalar çok daha uzakta, gökyüzünün mavi-lacisindeydi. Bir şeyler konuşabilmek, tartışabilmek için can verirdi. Fakat sürekli kendi kendi ile kalır, kendi kendine konuşurdu. Deli derlerdi insanlar. Evet. Deliydi. Hayır, değildi. Bu gibi soruların cevaplarını vermemeyi daha fazla seviyordu. Oturduğu yere yayıldı. İçi geçiyordu. Uyku gözlerine derin savaş açmış, savaşı kaybeden bir beden altına sığınmıştı. Ceketi üstüne sardı ve kapattı gözlerini.
Sıçrayarak kalktı yerinden. Ceketi düştü. Sakince kaldırıp öptü ceketini. Bir kâbustu gördüğü. Ya da mükemmel bir rüyaydı. Rüyalara inanmıyordu. Belirli hayalleri vardı sadece. Bu hayallere dünyalar sıkıştırıyordu ve onun için paha biçilemez cennetti bu. Kalktı, elini yıkadı. Elindeki suyu suratına vurdu. Acı vermişti. Hissettirmedi. Aynada yüzüne baktı ve bir an durdu. Alnından süzülen suyun şiddetini sezdi. Yavaş ve sakin adımlarla odasına geçti. Eskimiş ve hantal koltuğuna geçip oturdu. Cebindeki şiirleri çıkardı. Korkunç bir sessizlikle okudu. Sol gözünden sakin bir yaş süzüldü. Dudaklarının arasına gelince parçaladı yaşı dişlerinin arasında. Dudakları acısada yine de yapmalıydı bunu, başka çaresi yoktu. Ağlayamazdı. Bu bir yemindi, derisinin altında gömülü. Ağlamak. Nefret ederdi. Güçsüz gösterdiği için değil, bilakis, daha güçlü kıldığı için belki de. Ağlamadı. Dudağına yansıyan acı duygusunu hissedince bıraktı sıkmayı. Telaşla sildi gözlerini. Ceketini yerine astı. Ceket üzülüyordu bu duruma ancak söylemeye gücü yoktu. İki dudağının arasına küfür eder gibi sigara tutturdu. Çakmak kullanmazdı. Kibrit yeterliydi. Her kibrit alevlendirdiğinde hissederdi yandığını. Çakmak onun için duygusuzdu. Sakin ve sessiz biçimde bir duman aldı. Gözlerinin altına biriken torbalar uykusuzluğunu derin biçimde belli ediyordu. Kötüydü suratı. Uyku uyuyamıyordu. Bunun neden kaynaklandığını bilmiyor, araştırmıyordu. Ne zaman derin uykuya dalmak istese, saatler sonra kan ter içinde sıçrayıp, tekrar olağan hayatına devam ediyordu. Camını açıp gökyüzüne uykusuz bir göz kırptı. Gökyüzü gördü, bir yıldız parlattı. Camdan aşağı uzun bir süre baktı. Asfaltın cazibesine sarıldı, atladı aşağıya bir an duraksamadan. Bir tüy kadar hafif, bir demir kadar sert çakıldı. Rüzgâr esmek yerine, saygı ile izlemeye koyuldu. Yer ile bir olduğunda, gülümsedi. Manah, gecenin betonunda kayboluyordu. Kulağında çınlayan dumanın sesi ile bir an hayalinden sıyrıldı. Yere baktığında kimseyi görmedi. Üzüldü. Bitmiş sigarayı sadece savurmakla kaldı. Yatağına uzandı, düşündü, uyudu. Uyandığında hiç bir şey aynı olmayacaktı, biliyordu.
Uyudu.
Naçizane,
Sermest.