Martılar, çok sessiz. Kimse martılara simit atmıyor artık. Martılar da gelmez oldu zaten. Sahiller, geleceğe inat nasıl bu kadar sessiz olabilirler. Ya martılara ne demeli! Bir çırpıda terk ettiler bizi. Belki de haklıdırlar. İnsandan nefret eder oldular. Sırf insan görmemek için denizlerin görünmezliğinde kayboldular, simitleri yemez oldular. Hani sabah 05:30 civarında eğer uyanıksan birkaç martının sesini duyarsın. Deniz olmasına gerek yok. Yeni günde yaşanacaklara önceden tepki gösterirler çığlıklarıyla. İlk başta o uykunun verdiği sarhoşlukla o martıları bulup ”ne bağırıyorsun ulan” demek gelir içinden. Sonra alışırsın o çığlıklara. Nasıl yaşananların verdiği o gürültüde sessiz bir yalnızı oynamaya alıştıysan o birkaç martıya da alışırsın. Alıştık sorun yok da o martılar gitmiş be birader. Gün boyunca aradım. Sahil kenarlarında, gökyüzüne bakakaldım, nerede mavi görsem oraya baktım ama bulamadım. Sabah sırf onlar için erkenden kalktım. Tam 05:30’da ama ne martıyı gördüm ne de seslerini duydum. Tek bildiğim özgürlüğün maviliğinde kaybolmuşlardı.
Onlar için o kadar simit parası biriktirdim. Hem de çocukluğumdan kalan harçlıklardan biriktirdim. Okulda simit ayran yerdi herkes. Ben sırf martılar, yesin diye o paraları harcamadım. Para, ilk defa adam akıllı bir işe yarayacaktı. Sitem ederek sahile koştum. İlk başta tüm simitçilere küfür ettim. Sonra çıkardım tüm parayı. Maviyi satın almak istedim. Martıların, sahip olduğu o maviyi satın almak istedim. Hani özgürlüğün rengi var ya, dünyaya ”benden bu kadar” deyip giden şairlerin en sevdiği renk mavi. Özgürlüğü, denizleri, gökyüzünü, şairleri, şiirleri anlatan o mavi. Dayanamadım gidip bir simitçiye sordum sitemle ”ulan nerede bu martılar, duydum ki mavilerde kaybolmuşlar, geri verin bana o martıları. Bak tüm param bu kadar. Tüm simitlerini satın alayım. Yeter ki bana martıları geri getir” dedim. Simitçi, sanki tüm martıları tanıyordu. Umutla ”merak etme yakında gelecekler” demesini bekledim. Sustu. Kese kağıdına sıcak bir simit koydu. Cevap veremedim. Parasını ödeyip, bir banka oturdum.
Simitçi abiye geri dönüp, ”abi ayran var mı ayran? ”
Tüm hikaye bir simit-ayranla başladı… (Hikayenin devamı haftaya…) Furkan AKCAN