Bazen en sevdiğinin yanındayken O’nunla olamama ihtimalinden korkar insan. Varlığının yitip gideceğinden, O’nsuz kalacağı zamanlardan. Düşünmek istemese de, düşünmemek için kendini zorlasa da gitmez bu korku insanın içinden. Sürekli beraber olmak ister, sohbet etmek bir şeyleri paylaşmak ister. İster, ister, ister… Peki ya karşısındaki insanı düşündüğünde? Düşünebilirse eğer, bu isteklere aslında o kadar da hakkı olmadığını anlama ihtimali vardır. Karşısındaki insan hastaysa, acı çekiyorsa, mutsuzsa O’nu bu halde olup, yanında görmek istemesi ne kadar hakkıdır insanın?
Kişi sevdiği insan için, O’nu görememeyi düşündüğünde berbat hisseder. Hisleri ve mantığı arasında sıkışıp kaldığında, hislerin yoğun baskısı altındaki mantığı çoğu zaman kabul etmek istemez karşı tarafın uzakken mutlu olacağı ihtimalini. Bunu mümkün görmez belki, aslında hislerini bir kenara bırakabilse son derece objektif ve açık bir şekilde değerlendirebilse… Sevdiği kişinin acılarından, ızdırabından kurtulmuş olduğunu düşünebilse, görememek belki bir nebze de olsa daha az yakar insanı.
Evet evet, ölüm‘den bahsediyorum. Sevdiklerinin acısını yaşamaktan, onlardan uzak kalmaktan, istediğin zaman elini tutup, yanında olamamaktan, anıların artık can yakmaya başlayacağı zamanlardan. İnsanın bir mezar taşının başında dökülen gözyaşını silmek istemeyeceği zamandan. O kişi için yapamadıklarını, söylemediklerini, söyleyemediklerini düşünüp kendini kahredeceği zamandan. İnsanın ölümü hatırladığı zamandan; en yakınının yaşattığı ölüm acısını iliklerine kadar hissetmesinden ve zamanın bir gün kendisi için de geleceğini düşünmesinden. O zamanı hiç olmadığı kadar istemesinden belki. Özlemekten, acı çekmekten, anlamsızlıktan, pişmanlıktan, düşünmekten..Bunların hepsinden belki de…Ölüm’den bahsediyorum..Tıpkı hayatın kendisi gibi, içinde çok derin anlamlar barındıran bir öğretmenden..Sadece bir anlık var olmasıyla verdiği sayısız dersten bahsediyorum..İnsan için başlangıcın sonundan belki de…ya da sonun başlangıcından….Ölüm’den.