Aşk diye bir kelime yaratmış ahmağın biri tanrıya özenip;
Tanımlamaya çalışmışlar üstüne üstlük,
oysa okyanusu çay bardağına sığdırabilmek mümkün mü ki?
Matematikleştirmeyi denemişler; ilk, büyük gibi aciz sıfatları kullanarak,
oysa aşkın ikincisi veya küçüğü zaten olamaz ki.
Kimyasını bulup reçeteler yazmış bazıları da
oysa her aşkın tuzu, biberi kendine özgü değil midir ki?
Hatta, yaz aşkı kış aşkı diye sınıflandırmışlar en alâ komedyenlere taş çıkartırcasına,
oysa aşk kendi başına bir mevsim bir iklim değil midir ki?
“Sen daha küçüksün! Ne anlarsın aşktan meşkten.” diyerek küçümsemişler küçük kalbin gümbürtülerini,
oysa annesinin aşkından boğazını yırtarcasına ağlayan vücut, aşkın yeni doğmuş küçücük bir meyvesi değil midir ki?
Karşılık bekleme gafletine düşmüş yârin gözlerinden bencilce bir edayla, kendini aşık zanneden zavallı,
oysa bir yerlerde nefes aldığını veyahut göz bebeğinin güldüğünü bilmek kâfi olmaz mı ki?
Bizimkisi imkansız aşk demiş bazılarıda nostaljik senaryoların ışığından nemalanıp,
oysa hali hazırda gerçekleşmiş olanın olanağı tartışılabilir mi ki?
Şeytanın silahıdır aşk deyip korku salmaya kalkmışlar bilincimize aşktan payını alamamış mantıklar,
oysa aşka silah denilirse bu şeytanı davasında haklı çıkarmaz mıki?
Ondan sana hayır gelmez diyorlar pişkin bir suratla en alâ dindarlar,
oysa o gerçek O’ysa dünya zaten cennet olmaz mı ki?