Her şeyden önce, konu edindiğim bu kitabın beni oldukça derinden etkilediğini söylemek isterim. Öyle bir kitap ki, içinde yalnızca sanatın değil aynı zamanda aşkın, paylaşmanın, nefretin, hırs kurbanı insanların, ikiyüzlülerin, dostların ve bir insanın ilham kaynağının kendisine neler yaptırabileceğinin yani kendi sınırlarını keşfetmenin kitabı.. Diane Haeger’in muhteşem eseri (The Ruby Ring) Yakut Yüzük..
Büyük ressam Raffaello’nun (Raffaello Sanzio) ve onun gizli kalan fakat asla unutulmayacak olan aşkı Margherita Luti ile olan yasak ama vazgeçilemeyen aşkını konu alır. Raffaello’nun “La Fornarina” (Fırıncı Kız) tablosunun bilinmeyen hikayesiyle başlar kitap. Tabloda ince bir boya tabakasıyla kapatılan yakut yüzüğe rastlanır. Bu olay 2002 yılında Roma’da bulunan Barberini Sarayı’nda yapılan bir temizlik ve röntgen işlemi sırasında ortaya çıkmıştır. Olayın gerçek yüzünde kimse o yüzüğün neden saklandığını bilmez, romanda ise yazarın harika senaryosuyla olay ele alınır.
Büyük mastro(usta) Raffaello kilisenin kendisine sipariş ettiği Madonna resmi için uygun bir yüz aramaktadır. Ama bu öyle bir yüz olmalıdır ki, gözleriyle, yüzünün her bir karesiyle Aziz Meryem’i yansıtabilmelidir. Aksi halde kilise tarafından istenilen Aziz Meryem konulu tablolar, yüz konulmadan yalnızca birer eskiz olarak kalacaktır. Mastro Raffaello ve Margherita’nın tesadüfi karşılaşmaları ise aynı zamanda her ikisinin bundan sonraki yaşamlarının gidişatını belirleyecektir. Raffaello Margherita’yı bulabilmek için dostu Giulio Romano’dan yardım ister. Margherita için, prenslerin, düklerin ve hatta Papa hazretlerinin dünyasında yaşayan büyük bir sanatçının sıradan bir fırıncı kızıyla ne gibi bir ilişkisi olabilirdi?
Uzun uğraşların ardından Raffaello Margherita’yı tablosuna modellik yapması için ikna eder. Başlarda Margherita kimsenin dikkati çekmez, herkes onu Raffaello’nun gelmiş geçmiş sevgililerinden biri olacağı düşüncesine kapılır. Ama işler kimsenin istemeyeceği ve tahmin bile edemeyeceği boyutta ilerler. Margherita böyle bir ilişkinin imkansızlığına inandığı için gönülsüzdür, ama hayatını gerçek aşkla birleştirme inancına sahiptir. Raffaello ise basit bir yakınlıktan fazlasını, gerçek bir aşkı yaşayabilmek için asla uygun olmadığını düşünür. Onun hayatında yalnızca rakibi Michelangelo’yu gitgide safdışı etme isteği, büyük Medici ailesinin, Papa’nın ve Kardinal’in bitmek tükenmek bilmeyen tablo siparişlerini tamamlama arzusu olmalıdır. Her ikisi için de içinden çıkılmaz bir hal alan duygular, artık gizli kaldıkları kalplerden çıkmak isterler ve buda tüm sanat camiasını, İtalya’nın saygın ailelerini, Kardinali ve hatta Papa’yı karşılarına almak demektir.
“Yüreğimin bakışında güzelliğin besbelli.
Ama sadık fırçam boy ölçüşemez yüreğimin gözüyle
Sana olan aşkım aciz kılar başka her şeyi.” (Raffaello tarafından Margherita Luti’ye yazılmış sone)
Tüm bu çalkantılar olurken, Raffaello’nun Kardinal Bibbiena’nın yeğeniyle nişanlı olması gerçeği ikinci büyük engeldir. Ne var ki bu solgun yüzlü zayıf kız, Raffaello’nun kalbinde hiç bir zaman yer almayı başaramamış ve yalnızca formalite evliliği yolunda ilerlemeyi, kendisine itiraf edemese de, kabullenmiş bir kızdır.
Fakat Raffaello ile ayrıldıktan sonra hastalıklı vücudu bunu kaldıramaz ve hayata gözlerini yumar. Kardinal Bibbiena ise yeğeninin bu ölümünün intikamını almak için her şeyini ortaya koyar. Raffaello’nun basit bir fırıncı kızıyla evlenme fikri tüm İtalya’yı çalkalarken, Kardinal ile yakın ilişkileri olan Papa X. Leo hazretleri bu durumun önüne bir set çeker.
Bir gün, Coloesseum’da yapılan kazı çalışmalarında bir zamanlar kötü şöhretli Roma İmparatoru Neron’a ait olan, bugünse sadece bir harabe olan Domus Aurea’daki kazı bölgesinde, Neron ve onun büyük aşkının odasının olduğu yerde yakut bir yüzük bulunur. Bu yüzük Raffaello için maddi değerinden çok manevi olarak çok önemlidir; çünkü bir keresinde Margherita kendisine annesinin küçükken ona imparatorların eşlerinin hayatlarının hikayesini okuduğunu söylemişti, özellikle de Poppaea’yı yani Neron’un karısını.. O andan itibaren bu yüzük Raffaello’nun gözünde eşsiz bir hediyedir. Artık yüzük ait olduğu yerde Margherita Luti’nin parmağındadır. Raffaello üzerinde yalnızca bu yüzük varken Margerita’nın bir tablosunu yapmak ister: Bu, düğün tablosu olacaktır.
“Bir gülümsemenin parıltısıyla beni büyüleyerek dedi ki:
‘Dön de dinle,
Çünkü yalnızca gözlerimde saklı değil Cennet.’ ” (Dante, La vita nuova)
Bu aşktan oldukça rahatsız olan Kardinal Bibbiena, Papa X. Leo’yu dolduruşa getirip birlikte bir plan yaparak Margherita Luti’yi kaçırırlar. 3 yıl boyunca Margherita’dan uzak kalan Raffaello’nun sanatında bir düşüş görülür. Raffaello ilham kaynağı olmadan bir hiçtir, sanatını icra edemez duruma gelir; siparişler yığılmıştır ve bu durum da Papa’yı oldukça rahatsız etmektedir. Ancak bir zaman sonra Raffaello, Margherita’nın kaçırılmış olduğunu anlar ve onu almak için Papalık sarayına gider. Margherita’ya kavuştuktan sonra Raffaello’nun artık kimseye güveni kalmaz ve resim yapmayı bir süre bırakır. Zamanla Margherita’nın yardımlarıyla yeniden sanata dönen Raffaello, artık düğün tablosunu tamamlamak için hazırdır ve tabi ki evlilik için de.. Tablonun en dikkat çekici kısmı yakut yüzüğün yanı sıra, kolun üzerine şehvetle çizilmiş olan kurdelenin üstünde yazan yazıdır: RAFFAELLO URBINAS, büyük ustanın simgesi.. Onun imzası.. “Mülkiyetinin tüm dünyaya ilanı”..
“Öyle bir kavurur ki ona duyduğum sonsuz tutku beni.
Kusursuz güzelliği gözümü kamaştırır.
Elim değildir dost artık bana,
Ve artık çalışmam bile, ne mümkün…” (Raffaello Sanzio’nun bir sonesinden)
Fakat beklenmeyen son, Raffaello’nun bilinmedik bir hastalığa yaklaşmasıyla gözükür. Raffaello’nun en büyük korkusu, anne ve babası gibi genç yaşta ölmektir. Ölmeden önce ise Margherita’yı eşi olarak görmek ister ama bu asla gerçekleşmez.. Raffaello’nun son anına kadar olan tüm süreçte Margherita onun yanından uzak tutulur. Öldüğü andan itibaren Margherita artık savunmasızdır ve yalnızca kilisenin soğuk duvarları arasında, korunma güvencesi olmadan yaşamak zorunda kalacaktır. Raffaello’nun öldüğü anda yanında bulunmasına izin verilmeyen Margherita, kendi ölümünü bile hep Raffaello ile hayal etmiştir. Giulio Romano’nun yardımlarıyla, Raffaello’nun da isteği dahilinde, Margherita Luti Sant’Appolonia Manastırına kaydedilir. Yakut yüzüğün bulunduğu tablo ise Giulio Romano’nun yardımıyla güvence altına alınır. Yüzüğün bulunuğu parmak, ince bir boya tabakasıyla kapatılır.
İşte bu gizemli yakut yüzüğün hikayesidir roman.. Yüzyıllar sonra açığa çıkmış gerçeklerin, insanın kalbini sızlatan bir gerçeklikle bizlere sunulmasıdır..
Kitapta yazarın notu: ” Luti ailesinin Santa Dorotea 21 numaradaki fırını olarak anlatılan yer hala durmaktadır ve bugün bir lokantadır. Margherita’nın kendi kaderine dair tek olası kanıt ise, 1897’de tarihçi Antonio Valeri’nin, artık yıkılmış olan Sant’Appolonia Manastırı’ndaki rahibe adayı adlarının yazılı olduğu kayıt defterinden koparılıp sonra da imha edilmiş bir sayfada gördüğü “Bugün 18 Ağustos 1520’de, merhum Francesco Luti’nin dul kızı Margherita kuruluşumuza kabul edilmiştir”kaydından söz edince ortaya çıktı. Margherita Luti, bu kayıttan sonra tarihin sayfalarında kayboldu. Ve Roma’da Pantheon’da Raffaello Sanzio’nun yanında yatan Margherita Luti değil, Maria Bibbiena’dır. (Kardinal Bibiena’nın yeğeni)”
Gerçek hayatta emeline ulaşamayan Kardinal Bibbiena, bu şekilde yeğeniyle Raffaello’yu sonsuza kadar birleştirdiğine inansa da, bence bu yalnızca dünyevi bir yakınlık. Aslolan, Margherita ve Raffaello’nun yüreklerinin ve ruhlarının birlikte olmasıdır elbette. Yolu bir gün Roma’ya düşenlerin Pantheon’u bu hikayeyi bilerek ziyaret etmelerini ve mezarları görmelerini arzu ederim.
Yüzüğe ne olduğuna gelince, Margherita Luti manastıra kaydolduğunda yüzüğe rahibeler tarafından el konulur. Tıpkı Poppaea’nın parmağından karanlık Coloesseum diplerine gömüldüğü gibi, şimdide kendi parmağından manastırın derinliklerine gömülür. Kim bilir belkide yıllar sonra başka bir aşkın parmağına girmek için yeniden ortaya çıkar..
Son olarak kitabı ingilizce aslından çeviren Serim As Özdemir’e en azından kendi adıma buradan teşekkür etmek isterim. Böyle bir hikayenin gün ışığına çıkması ve insanları derinden etkilememesi işten bile değil.. Bu yazımı okuyan herkesin Diane Haeger’in muhteşem eserini okuması dileğiyle…