Ben realist mahkûmdum, hayallerim ise enkaz… Bütün hastalıklarımın sebebi tek bir nedene bağlıydı; biliyordum. Hepsinin tek bir adı vardı, yalnızlık hastalığı… Romatizma misali sızlayan kalbimin, sabah telaşına aldanan baş ağrımın, yediklerimi sevdiklerimi unutamadan sindiremiyor oluşumun mideme ezalarla gelişi, tansiyonumun onuncu kattan düşüp intihara meyil eder gibi beni bedenimden; benden alışı… Hepsinin sadece bir tek adı vardı; yalnızlık hastalığı…
O kadar dengesizdi ki bu meret, bazen güneş gibi ısıtıyor; sıcacık ediyor, bazen ise; en çok geceleri kar’ın içine atılmışım da donmamı isteyen bir düşmanım varmış gibi donduruyordu. Sabahları günaydın niyetlerimin “yine hoş geldin yalnızlık” deyişiyle uyandırılıyordum hayat tarafından. Bak işte, biri var demek ki diyordu iç sesim; bir hayat vardı seni yalnız bırakmayan. Yalan!
Belki ben ona karışan bir zehirdim, belki de o namuslu geçinen bir namussuzdan başka bir şey değildi. Her sabah, onca insana gidilir miydi? Sevdiğim de gitmişti başkalarına, nasıl oluyordu bu? Bir insanda hep varken tek olmak yerine bin insanda geçici yaşamak mutlu eder miydi?
Artık gerçeklerin mührünü yemiştim üstüme; imza atmayı bilmiyorlardı sanki, okuma yazmayı benim onları seyrek okuyuşumla sökmüşlerdi, yazdıkları tek kelime de yalnızlıktı zaten. Parmak basın o zaman dedim; parmaklarını mührüm yapmak istemediler, izi kaldığında onları da soluksuz arayan olurum diye korktular herhalde. Ben de böyleydim işte, birini sevince ondan başkası hep boş gelirdi!
Ben realist mahkûmum işte, köşe bucak sevmelerim ölü… Bugün çok uzun zamandan sonra kalbim küt küt atmaya başladı, bir an için “Ben de hissedebiliyorum” dedim; ama sadece korkuyu…
Korktuğum içindi kalbimin bunca telaşı, iki dakika sonra kendine geldi zaten. Terliyorum şimdi.
Bütün korkularımın bir tek sebebi vardı; çok severken yine yalınayak sokak ortasında bir sokak çocuğu gibi kalıp, ortada bırakılmak…
Sevmekten korkmazdım ben eskiden, ne olacaktı canım? Kalbim varsa ve kalbimin bir kapısı varsa kapıyı çalanı içeri almamak görgüsüzlükten başka bir şey değildi. Artık korkuyorum.
Bir düşmanım var benim; kalemimle birlikte ona doğduğumu öğrendiğinde beni sokağa atan bir düşmanım… Evinin pencerelerini, kapılarını kapatıp beni dışarıda soğukta, sıcakta hiç acımadan bırakan bir düşmanım… Kendime bir daha onun için asla ağlamayacağıma dair söz verip gözyaşlarımla gözlerimin aralarının açılmasına sebep olan bir düşmanım… Kalbimden bıçakladı. Yaşadığı yerden bıçakladı beni, ona bir şey olmadı tabii ki; hedef bendim. Kalbimden yana romatizmam var şimdi, yaralandığım yerin kabuk bağlayamadığı gerçeğiyle yağmurlu gecelerde kalbim sızlıyor sızım sızım.
Ben realist mahkûm, ben onda enkaz… Yıkıldığım için tebrik ediyordu kendisini; kendi kendisiyle tokalaşıyordu. Aynadan bakıp sakallarını okşuyor, gülen gözlerine sevgiler emanet ediyordu.
Şimdi aklında, kalbinde biri var. O, onun duygularıyla can bulurken ben yalnızlık hastalığımın şifa bulmaz yerinden kaldığım yerden devam edemiyorum. Sevmeyi severdim ben eskiden; şimdi sevmemeyi sevmeye çalışıyorum. Yaramın yıl dönümünde bir haykırış göndereceğim ona, belki duyar da vicdana gelir soysuz!
Bir gün kapısı çalarsa bilsin ki sevmemeye yemin eden tekrar dirildi; bu kez onu sevmek için değil ondan ölümüne nefret etmek için yalnızca nefreti sevdi…
Dilara AKSOY