Bugün kapımdan bir ses geldi. İrkildim. Odam bütün açıklığıyla karşımda duruyordu. Bu demek oluyor ki gazeteci çoktan uğrayıp gitmiş ve ben günaydın kelimesini kaçırmıştım. Peki o zaman kimdi gelen? O gürültü kapıdan gelmedi mi? Yoksa uyku sersemi bakkaldan bir şeyler mi sipariş vermiştim? Bu ihtimali hemen eledim. Bugün Pazartesiydi!? Herkesin ara sokaklardan kaybolduğu bir gündü. Bakkalda değilse kimdi? Faturaları bırakmaya gelen memurun daha yedi günü vardı. O tok ve gürültülü ses tekrar çınladı koridorda…
Parmak uçlarımda doğruldum yataktan. Evde olduğum anlaşılmasın diye adımlarımı temkinli atıyor, ahşap zeminden olabildiğince az ses çıkarmaya çalışıyordum. Koridor, dar ve ışıksız mağara yollarını andırıyordu artık bana. Sanki bu evde yaşayan ben değildim. Ayaklarım sanki beni değil de yüzlerce kilodaki bir adamı taşıyordu. Anlaşmışlar gibi bastığım her parke parmaklarımın avukatlığını yapıyordu. Bu kadarı fazlaydı, fakat yine de onun kim olduğunu görmek tutkusuna mani olamıyordum. Gözetleme deliği tüm sorunlarımın yanıtı gibi koridorun sonunda duruyordu.
Daha önceleri bir ses duymak için kulak kesildiğim bu ev uzun süren suskunluğunu bugün için saklamış gibiydi. Elimle kulaklarımı bastırıp adımlarımı hızlandırırken konsolun üzerindeki bardağı düşürdüm. Artık öteki taraftaki adam benim içeride olduğumu biliyordu. Kapı beni koruyamayacağı için koşarak mutfağa, pencerenin hemen altına, tezgahla mutfak dolabının arasına saklandım. Bir yandan nefesimi kontrol etmeye çalışıyor biryandan da göz ucuyla pencereden dışarı bakarak adamın gidip gitmediğini kontrol ediyordum. Ama kimse bahçeden dışarı çıkmıyordu! Zaman geçtikçe daha çok tedirginleşiyor, tırnaklarımı etime basıyordum.
O sırada tezgahın üzerinde dünden kalan kurabiye ve elma suyunu görünce gülümsedim. Şimdi olmasa bile beş on dakika sonra adam bahçeden çıkacak ve ben de onu görecektim. Beklerken kahvaltı edebilir ve böylelikle bu sabah kahvaltı ederken boş sokağı izlememiş olurdum… Son kurabiyeyi bitirdiğimde hala giden yoktu. Kapıdan gelen seste tekrarlanmamıştı. –İyi de ne istiyor bu?- İçeride olduğumu bildiği halde kapıya vurmuyordu. Açmamı beklese bile çoktan gitmiş olmalıydı. Yoksa buraya saklanmadan önce mi gitmişti? Ben sesin hemen ardından buraya geçmiştim.-Tenha bir yer burası neredeyse hiç çocuk yok ki vurup kaçsın.- Hem bugün Pazartesiydi! Yok yok bu yetişkin biri olmalı yoksa kapının tokmağına nasıl vursun? Benim kapımın bir tokmağı vardı! Nasıl oldu da bunu fark etmemiştim.
Evde benim değil de bir köpeğin olduğunu düşünsün diye havlamaya başladım. Bir süre havlıyor ve tekrar camdan dışarı çıkartıyordum gözlerimi. Uzun süre böyle devam ettim. Bahçe kapısı kımıldamıyordu. Dizimi elimle birleştirip göğsüme çekerek kapıdan gelebilecek en ufak sese odaklandım. Gelmiyordu! Kimdi bu? Onu ikna etmeye karar verdim. Ona eğer benden başka evimde bulabileceği bir şey olmadığını, bu evde bir insan bile değil bir farenin, hamam böceğinin yaşadığını anlatsam, evdeki en değerli şeyin bir keresinde çay içme teklifimi kabul eden gazetecinin çay bardağı olduğunu söylesem belki giderdi. Kendimi ayağa kalkmaya ikna etmem saatlerimi almıştı. Bu işkenceye daha fazla dayanamazdım. Adamla kim olduğunu bilmeden konuşmayı göze aldığım halde hala tedirgin adımlarla yürüyordum. Kulaklarım kızarıyordu. Göğsümü tutarak gözlerimi deliğe yaklaştırdım. Kimse görünmüyordu. Ne yani gitmiş miydi? Sevinçten, bugün yağmur yağmadığı halde paltolarımı tek tek yerden alıp ellerini sıkarak portmantoma yerleştirdim. Kahvaltımı yapmıştım. Bunca şeyden sonra kendimi ödüllendirebilirim diye düşünüp bakkala gitmeye karar verdim. Belki bugün bakkal da keyifli olurdu. Giysilerimi giyinip tekrar geri geldim. Kapıdan çıkmak üzereyken ayaklarım hala istemsizce geri adım atıyordu. Kilitlemek için anahtarımı çıkartırken kapının üzerindeki not kağıdını gördüm.
Bana bir mektubun olduğunu ve elden veremedikleri için postaneden almam gerektiğini haber veriyordu.
Fatih Ergün