Bir sabah bir sabahki sanki gecenin kör karanlığı sinmiş üstüne. Herkes uyuyor. Öğretmen olan annem ve babam kalkmış seminer için, bende dışarı çıkacağım. Annemin toplantısı var erken çıktı. Babam içine mi doğduğundandır bilmem babaannemi uyandırdı. Baya uğraştı ama , baya hem de.. babaannem kuş gibi çırpınıyordu ne yaptığından habersiz. Babamın gözlerindekini ifade edebilseydim şair olurdum . Allah’ım nasıl bir çaresizliktir o , nasıl bir sessiz figan , sessiz bir feryat yürek dağlayan..
Telaşla telefona sarılıp ambulansı çağırdı. Ev sanki mahşer yeri ,ortalık kızıl kıyamet. Her birimiz oradan oraya koşuyoruz. Bağrış çağrış herkesin eli ayağına dolaşıyor. Ambulans geldi götürdü babaannemi soğuk yoğun bakımı odasına. Eve bastıransa boğucu sessizlik oldu bizimle kalan.
Hiçbir zaman aklıma gelmezdi o yeşil deli göleğini giymek , boneyle maskeyle beklemek. Allah’ım nasıl bir çaresizliktir ambulansın sesini içinde hissetmek , nasıl bir çaresizliktir o kapının önünde beklemek ve nasıl bir çaresizliktir yoğun bakımı penceresinin önünde babanın halini görmek. Mevlana’nın da dediği gibi öyle garip bir dünya! Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.. Düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın..
Yine de en büyük çaresizlik babaannemim gözlerindeki gördüğümdü. Beyaz bir oda ve ölümü bekleyen yalnızlık tüm çıplaklığıyla. Elimi sımsıkı tuttu , hiç kimse diyemez babaannem hasta . hasta olan biri bakabilir miydi öyle , tutabilir miydi elimi hiç bırakmayacak gibi. Hal böyleyken insan o elini bırakıp arkasını dönüp gidemiyor. Konuşamıyor koblolar içinde sadece bakabiliyor. Gözlerini kenarlarından yaşlar süzülüyor. Öyle bir bakış ki yüreği delip geçen , öyle bir bakış ki göz pınarlarını dalgalandıran öyle bir bakış ki çaresizlik duvarını taşlayan, öyle bir bakış ki yaşarken öldüren…
Ondan sonra hiç toparlayamadım. Ağlayan birinin yanında ağlayamam ben diye diye giydiğim güçlüyüm ben gömleği üzerime tonları yıktı. Dayanmak bu ağırlığa gökyüzün hafifliğini hissetmek kadar zordu.
Yoğun bakımın 12.günü sabah bir rüya gördüm . Babaannemi kaybediyorduk bir telefon sesiyle uyandım. Anneme telaşlı telaşlı baktım uyu dedi babaannen iyi. Bir saat geçmeden annem geldi. Yüzü bembeyaz titriyordu. Babaannen gitti diyebildi . Öldü diyemiyorduk. Öldü demek yürek isterdi. Şimdi adım attığımız an ise koca bir boşluktu kaybolduğumuz.
Babaannem neredeyse tüm torunlarının çocukluğuydu . Mendilden fareler yapar korkuturdu , “icatlı” hikayeler anlatır güldürürdü. Kız torunlarına örgü öğretirdi hepimiz biliriz Zeki Müre’nin yan dişini, inciliyi, irendeliyi.. sonra sokakta oynar nefes nefese gelirdik şekerli sudan şerbetli yufka ekmeğe dürülmüş peyniri verirdi elimize haydi yallah tekrar sokağa. Hiç bir yemek vermez o dürümün tadını.
Hep derdin “ilaa ben ölürsem ağlar mısınız?” biz ağladık babaannem ,dağlandı yüreğimiz. Tüm torunların burada şimdi. Gidişin koca bir boşluk içimizde. Bir dağ devrildi önümüzde biz kimsesiz kaldık.
Babam ağladığı gün kıyamet kopacak sanırdım
Babaannem öldü
Babam ağladı
Kıyamet değil belki ama bir fırtına koptu içimizde
Ve fırtına sonrası koca bir boşluk
Senin toprağın altına
Bizi sabahın kör karanlığına gömdü…