Her birimiz kendimizi özel hissetmekten çok mutluluk duyarız çünkü güvenimiz artar, varlığımızın bilincini ve kıymetini farkeder ya da birilerinin farketmiş olmasının coşkulu bir sevinci ile karşılaşırız kendi içimizde. Her insan farklıdır, kıymetlidir fakat zaman içerisinde o kadar çok diğer insanlarla birlikte oluruz ki onların bizden bizlerin de onlardan bir farkı kalmamış olur. Kimi zaman bunun için dünyadaki yaşayış sistemlerini , farklı şekilde bizi bu yola mecbur bırakan düzenleri suçlarız lakin burada atladığımız en önemli nokta, aslında arzu ettiğimize saf bir bağlılık içinde olmayışımızdır yani toplumun her yaptığını yapmayı kabul eden de biziz yapmamayı kabul eden de. Bunlardan birinin ucu sadık, sıradan iken diğeri karşıt, isyankar gibi nice anlamlarla süslenebilir fakat bunların hiçbiri özünde gerçek mutluluğu taşıyamamaktadır. Sadık insan karşılaştığı her duruma uyum sağlar ve kendi arzularına ulaşamayabilir. Karşıt insan ise aksine tüm enerjisini vererek durumlar karşısında farkında olmadan sahip olmadığı bir şeyi ilke edinebilir. Bu iki durum da özünde varolanı gösterememenin acısıyla içten içe yanarken dışından yalnızca mutluluğu gösterme çabasında olmak zorundadır. Sahip olduklarımız aslında his, düşünce ve ahlak kavramlarımızdan doğup yaşam biçimlerimiz haline gelmektedir. Bazı zamanlarda kendimizi gözetip, sahip olmanın bize değer kattığı durumlara, fikirlere pencere açıp karşıt isek uyum sağlamaya sadık isek de aksini sahiplenmek gerekmektedir. Aslında biz zıtlıkların hepsi olabiliriz. Yalnızca bir fikir düzlemi içerisinde yaşamak kendi yaşamımıza ihanet olacaktır. Değerli hissetmek istiyorsak, kendimiz gibi olmaktan ödün vermemeliyiz. Bazen sahiplenip bazen de reddedebilmeliyiz ki içsel huzuru yakalayabilelim.