Kinyas ölmüş.
Haberi geldi. Unutturduk sanıp unutturamamışlar bana. Unuttum sanıp unutamamışım. Ya birçok kez görmediğimden ya da birçok kez duymadığımdan gözlerine hiç bakmadığımı yok saymış, onu koparıp atmış gibi kandırmışım hep.
Fakat önemi yok.
Ölmüş çünkü.
Ellerime yüzlerce çiçek vermişler, bana. Kokuları cehennemi andıran, sanki aldığı her nefes için bir yaprağı varmış da o can verdikçe yas tutmak için solmuşlar gibi.
Dikeyim diye mi verdiler yoksa baş ucuna koyayım diye mi? Bilmiyorum. Koyup gidersem kendini çok mu yalnız hisseder?
Sanmıyorum. O benim için hiçbir şey hissetmez. Ben ona, kendimi ya da onun nefes aldığını hatırlatabilecek hiçbir şey hissettiremem. Hissettiremedim. O hayattayken bile.
Hep ölü zannederdi kendini, hiç gülmezdi. Güldüğünü sanırken bile içten içe kandırırdı.
Ya kendini ya da başkalarını; hem kendini hem de başkalarını…
Eğer bir kez olsun gözlerine bakmış olsaydım belki de unutmayabilirdim. Fakat gerçekten istediğim hiçbir zaman olmadı. Çünkü hiç kimseyi o kadar çok hatırlamak istemedim. Gözlerinin içine bakıp tebessümler ettiğim insanların isimlerini bile kazıyamadım hatırıma. İçimden gelmedi.
Kinyas ölmüş.
Fakat o koca bedenini nereye sakladıklarını söylemediler bana. Elime çiçekleri verip koşarak uzaklaştılar yanımdan. Ya onun ölmüş olmasından kaçıyorlar ya da benim soracağım sorulardan.
O zaman Kinyas ya kahrından öldü ya da kendinden.
Bence o hem kahrından öldü hem de kendinden.
Zaten umursamazdı. Kendini bile aklına gelirse düşünür fakat kendisi için başka nefesleri kullanmayı iyi bilirdi.
İyi bilinirdi belki. Ama iyi biri miydi?
Bir görünür, hemen sonrasında kaybolur sebebini türlü eziyetlerle açıklar nefes nefese kalan bir köpek gibi yalan söylemediğini der dururdu. Ona inanmalıydınız. Çünkü o, ‘yalan söylemiyorum’ derdi.
Fakat insanlar güvensizliğin yalnızca yalandan ileri geldiğini ve ondan öteye geçemeyeceğini düşünmeyi bırakmalı artık. Bazı güvensizlikler yalnızca çıkarlarınız öyle istediği için elde edilir ve bir daha ortadan kaybolması imkansız gerçekler haline gelirler.
Kinyas yalan söylemezdi belki.
Ama ben yine de inanmazdım ona.
Kimseye inanmadığım gibi.
Adını unuttuğum şarkılar dinlemiş, sayısını unuttuğum şarkı silmişim hafızamdan. Onun bana kattıkları yahut benden alıp götürdükleri de dahil.
Beni hiçbir zaman zihninin bir köşesine alıp koyduğunu söylememiş aksine hiçbir zaman koymayacağını gözlerime vurup durmuş fakat küçük bir çocuk gibi etrafımda dolanmayı hiç bırakmamıştı.
Çocuk olamayacak kadar çok yaşamış fakat çocukluğunu hiç yaşayamamıştı.
Elime bir kalem alıp onu sayfalarıma taşıyacağımı düşünmezdim hiç önceden. Halbuki bunları kendime söyleyip dururken aklımdan yüzlerce cümle dizdim ona. Noktasına virgülüne takılmadan binlerce kelimeyi birleştirdim, hiç kalem oynatmadan defterler dolusu sayfa kirlettim adına.
O bunu hiç bilmedi.
O bunu hiç bilmeyecek.
Hem bilseydi de bilmemiş kadar olurdu. Benimle ilgili ayrıntıları bilmek istemez ve bilmezdi.
Umurumda değil. Zaten biraz umurumda olsaydı ölürdüm. Ben daha önceleri çok öldüm: hiçbiri kendimi urganlarla astığımdan değil, hiçbiri bileklerimi kestiğimden değil.
Yalan.
Ama yine de ölürdüm azıcık umursamış olsam.
Ona isimler verdim ama içselleştirdiğimden değil de kimsesizleştirmek istediğimden. Eğer adıyla seslenmesem yitirir miydi kendini ve kendindeki her şeyi?
Yitirmesini düşünüp zihnimi bulandıracak kadar bile içime katamadım.
Kendi sahtekarlığımı örtmeyi öyle çok istedim ki yeni yüzler, yeni maskeler, yeni sözler buldum.
Ben de yalan söylemedim. Onun gibi. Ama o da hiç inanmadı bana. Benim ona inanmadığım gibi, benim gibi.
Elime bir kalem alıp onu sayfalarıma taşıyacağımı düşünmezdim hiç önceden. Halbuki bunları kendime söyleyip dururken aklımdan yüzlerce cümle dizdim ona. Noktasına virgülüne takılmadan binlerce kelimeyi birleştirdim, hiç kalem oynatmadan defterler dolusu sayfa kirlettim adına.
O bunu hiç bilmedi.
O bunu hiç bilmeyecek.
-SAHABE