Sanki Haziran otuz iki çekecek ve temmuz ayında kavuşmak ihtimali hemen koşup gelecek gibi. Kirli dünyasında sen saracaksın sanki kalbimi. Sanki işte, bir yanılsama ve bir parlak gökyüzünün altında dinlenen şarkıların kırık dökük güftesi… Hep bir ‘sanki.’ Beklenen yol kadar, çile kutsallığının ramak kaldığı yerden kalbi yoran zulüm…
Anlamazsın; beni kimler anlamadı… Bir baktım hakiki bir mutluluk dört mevsimli koşarak geliyor, bir baktım zülüfleri dökülen şarkının içlisi beni yoran bir salıncak hikayesiyim. Doğmamış düşlerimi sallıyorum her Cumartesi. Hafta sonu telaşesinde pazar gününün banyo günü olduğu geleneğiyle yıkanıyorum hatıralarıma. Bornozumda kanlı biten şikayetlerimin etiket fiyatı duruyor.
Neyse, beni kimler kimler anlamadı. Sen de anlama. Eylül’ün yetmiş iki çektiği uzun koridorlarda güz efsanesi yazar her yıl dönümüm. Kendimi kutlarım bir kedinin şefkatli baş okşanışı gibi. Mutlanırım.
Ağustos da sadece dört çeker, benden sonrası olmasın isterim zaten. Her zaman bencildim, ben figürü yaşamaya devam ettiği müddetçe biz diye bir şey zaten bir başkasına ait olduğu üzere bize hiç eklenmedi.
Pazartesini terk ediyorum. Ayrılığın hep bende son günü. Başlangıç yapayım mutluluğa derken her başlangıçta tarihin tekerrür ettiği ayrılıklara konuşlanıyorum.
Dilara AKSOY