Şeker Portakalı’nın devamı olan bu iki kitap, Zeze’nin serüvenine devam ediyordu. Büyük merak ve heyecanla okudum tabi. Ama birşey itiraf etmeliyim ki Şeker Portakalı’nın verdiği tadı vermedi bana. Okumasam bile yeri varmış. Evet güzeldi kii oldukça etkilendim, beğendim ben yine. Ama onu ilk okuduğumda, Zeze’nin ilk acılarını tatdığımda ki gibi değişik duygulara kapılmadım açıkçası.
İlk kitabında Zeze’nin Minguinho adını verdiği bir şeker portakalı fidanı vardı. İkincisinde ise bir cururu kurbağası ona eşlik etti. Adam De Vasconcelos adını verdiği bir kurbağa bu. Adam onun yüreğine girmişti. Onu cesaretlendiriyordu, yüreklendiriyordu ve her zaman yanında oluyordu. Zeze’nin hüzünleri biraz daha büyümüştü. Zengin ve aşırı alıngan bir aile onu evlat edinmişti. Ama Zeze, babalığının iyi niyetli davranışlarına bir türlü karşılık verememişti. Filmlerde gördüğü ünlü Fransız şarkıcı Maurice Chevalier’ı gerçek babası olarak yerine koyardı. Zeze bazı şeyleri zorla, içinden gelmeyerek yapıyordu. Aile baskısı sebebi ile. Bu beni üzüyordu tabiki, sonuçta bizim gerçek hayatlarımızla da oldukça örtüşüyordu. Üçüncü kitabında ise Zeze 19-20 yaşlarında bi delikanlı olmuştu artık. Yaşamın katı gerçekleri ile yüz yüzedir ; haklarını arayan, özgürlüğünü yaratmaya çalışan bir genç adamdır. Ve şöyle der Zeze “ Madem ki yaşıyordum, daha da büyük acılara katlanmak zorundaydım. ” Katlanıp hayatını çiziyor bu son kitabında.
Okunması gerekir belki bu devamı olan kitapları fakat benim kalbimde Şeker Portakalı taht kurdu. Öyle de kalsın isterdim. Merak edip okursanız pişman olmazsınız ama illa ki de “ Tahtı yıkmak istemem ben ” derseniz boşverin okumayın. Gönlünüzde taht kuran Zeze Şeker Portakalında kalsın.