Saati kontrol etme ihtiyacı hissetmiyordu artık. Günleri her gün biraz daha önemini kaybediyordu. Gidişini seyretmediğine üzüldü.. Ne acıydı be. Sevdiğinin kadını, gidişini izleyememek. İçinden bir şeyler eksiliyordu. Anlıyordu, sadece durduramıyordu. Yatağın içinde sürünerek, kendini aşağı bıraktı. Ardından yatağın altına elini uzatıp, fotoğraflarını koyduğu kutuyu çıkardı. Mayıs’la çektiği resimlere baktı. Saçları çok uzundu Aziz’in resimde. Kalktı bir hışımla, tuvaletin başına geldi,
-Ne güzel gözlerin var be. Kocaman gözlerin var. Şuna bak, maviliğinde kaybolurum.
– Bende en çok saçlarını seviyorum. Hiç işim olmasa da, saatlerce oynasam. Burda zaman donsa, Ne olur ki ?
Mayıs diye inliyordu Aziz. Duvarları yumruklamaktan parçalanmış elleri, bir köşede her an yıkılabilecek bir tahta dolabı kavradı. Sertçe çekmeceleri çekti. Kalın bir traş makinesini kavradı. Tuvaletin başına döndü tekrar. Mayıs gideli üç gün ve üç gece olmuştu. Ancak bunun da farkında değildi Aziz. Sadece rakı bira ve sigara tüketiyordu. Evin pencerelerini açmamıştı. Çiçekleri sulamamıştı. Sadece kusuyordu. Sadece sobası yanıyordu.. Odunla kömürle değildi. Hatırlarla, resimlerle, posterlerle, artık onun için bir anlamı kalmayan bir dolu kitap, ders notuyla… Sigara izmaritleriyle, umutlarıyla, hayalleri ile yanıyordu.. Yüreği ve ciğerleriyle yanıyordu.. Traş makinesini aldı, ve çığlıklarıyla, akan göz yaşlarıyla saçlarını kesti… Uzamış, yağlı saçları, sakalları, parça parça dökülüyordu başından. Göz yaşları ile beraber… Tekrar odasına dönüp bir sigara yaktı.. Oturdu yatağa…
-Aziz yumurtayı çok haşlama.
-Tamam hayatım.
-Aziz çayı demli doldur.
-Tamam hayatım.
-Aziz..
-Tamam Mayıs !
Yine hayali önündeydi.. Yine anılarında boğuluyordu.. Kültablasını yatağanın üzerine fırlattı. Odaya Mayıs’la beraber, dolma kalemle yazılar yazmıştı..
Sırasıyla okuyordu Aziz..
-Bir şarabın güzelliğinde sevdim seni.
-Sen Çok Mavisin.
-Bir gün her şey çok güzel olacak.
Bir sürü söylenmiş, güzel söz. Bir sürü güzel anı.. Ama artık tek yazı vardı, oda Mayıs’ın bıraktığı notdan ibaretti..
Sen bir kadınla bile uyuyamıyorsun, nasıl sevebilirsin birini ?
Saate bakma ihtiyacı hissetti günler sonra, saat yediyi kırk bir geçiyordu ve ocağın yirmi dördüydü. Buda Mayıs’ın yirmi bir ocakta gittiğini anlatıyordu. Üç gündür bu haldeydi demek. Yatağa dalından kopan bir yaprak gibi düştü. Kapı sertçe vuruldu bir kaç kez. Aziz umursamadı. Bir bardağı kültablası olarak kullanıp sigara içmeye devam ediyordu.. İlk kez böyle bir terk ediliş hissediyordu. Tam Mayıs’ın sesini duyar gibi olmuştu yine. Kapı öyle bir vuruldu ki, Aziz yataktan bir sıçrama gösterdi. Mayıs’ın dönmeyeceğini biliyordu. Mümkünü yoktu. Artık Güneş ve Ay gibiydiler. Biri olunca, diğeri yoktu. Ne kadar zıtlık varsa, hepsinin içinde biraz Mayıs biraz Aziz vardır. Kuzey ve güney kadar işte. Ağır bir küfür savurdu zili çalana.. Kapıyı açar açmaz şok oldu. Uzun zamandır görmediği bir dostuydu bu.
-Tahir dedi.
-Aziz, eski dostum.. Seni arıyordum.
Davet beklemeden içeri girdi Tahir. Bodoslama bir hamleyle. Kapıyı kapattı. Üç gün sonra ilk defa kapı açılıyordu. Yoğun sigara ve içki dumanı, açılan kapıyla, dışarı fırlatmıştı nerdeyse. Hatta kapı açılırken Tahir’in yüzünü resmen tokatlamıştı.. Tahir Aziz’i tamamen görünce çok olmuştu. Elleri ve ayakları morarmış, elleri parçalanmıştı. Odaya davet ettiğinde ise gördüğü manzara daha korkunçtu.. Yırtılmış posterler, her yerde izmarit ve şişeler. Dağılmış yatak, solmuş ve kurumak üzere çiçekler, yerlerde eşyalar, yırtık resimler. Kırık bardak parçaları.. Tam bir dağılmışlık haliydi Aziz’deki.
Dostum dedi. Aziz dostum. Bu ne hal böyle ? Sen kendine yaptın ?
-Söyleyeceğin bir şey varsa, söyle Tahir. Seni gördüğümde sevindim. Sadece iyi miyim diye merak ediyorsan iyiyim. Başka bir şey yoksa, lütfen git.
-Sadece senin için endişelendik. Telefonların kapalı, hiç bir türlü ulaşamıyoruz sana. Bir arkadaşından adresini aldık. Seni görmek istedim. Aslında topluca gelecektik fakat ben tek gelmek istedim.
-Siktir git Tahir.
-Anlamadım ?
-Siktir git lan işte. Defol git oğlum. Git haydi.
-Ama Aziz ? Sorun nedir ne oldu ?
-Tahir siktir git ! Çık git evimden. İyi olduğumu görmeye geldin. İyiyim. Gördün git artık.
-Ama çocuklar.
-Onlarda gitsin. Gidin oğlum aramayın beni. Konuşmak istemiyorum.
-Peki. Peki sen bilirsin dedi.
-Tahir giderken Aziz yatakta oturmaya devam etti.
Bağırmaya başladı kendine.
-Siktirin gidin hepiniz ya. Yalnız kalmaya alıştım ne de olsa. Terk edilmeye alıştım ! Artık gidişini bile izleyemiyorum sevdiklerimin. Gidişini bile izleyemiyorum ulan ! Onu bile çok gördüler bana. Bunu bile aldılar benden. Aldılar diyorum ulaaaaaan !
Bir ok gibi fırladı yerinden, yine tüm acısı duvarlardan çıkıyordu. Parçalanmış elleriyle tekrar tekrar vurdu duvarlara. Kan yine duvarları boyuyordu yaşlara karışarak. Yetmeyince, başını vurmaya başladı duvara, yeni kesilmiş saçları başını ortaya çıkardı. Tekrar tekrar vurdu başını.. Ve öylece kaldı.. Acıdan bayılmıştı..
Gözünü açtığında yatağını kendini kanepede yatarken bulmuştu. Başında ılık, nemli bir bez vardı. Üzerinde yorgan. Giydirilmişti. Ellerini kaldırmak istedi fakat canı acıdı. Yine de zorlayarak ellerini kaldırdı. Elleri beyaz bir bezle sarılmış, üzeri biraz kanlanmıştı, En son hatırladığı şey başını vurduğu idi. Mutfaktan bir sesler geliyordu. Fakat gözlerini açamıyordu Aziz. Yorgundu. Kapattı gözlerini bir süre. Bir kaç dakika dinledi.. iki beden olduğunu anlıyordu, bir kadın ve bir erkekti. Başı yine yıldırım hızıyla çalıyordu. Dikkat kesildi. Mercimek çorbası ve traş losyonu biraz da, papatya özü kokuyordu. Burnu ve kulakları çok hassastı Aziz’in sadece günlerdir alkol ve sigaradan körelmişti. Fakat Aziz böyleydi. Koca bir ormanda yaralı bir kurt kadar dikkat kesilirdi. Çünkü tehlikeden korunmak, çocukluktan gelen bir öğretiydi. Çünkü tek başına biri için, her yer tehlikelidir. Çocukluktan öğrenmişti.. Gücünü topladı. Yumruklarını sıktı ve yataktan doğruldu. Sobanın yanış sesi geliyordu. yorganı attı üzerinden, kamburunu düzeltti. Ayağa dikildi yine. Gücü yerinde değildi. Fakat yine dik durmaya çalıştı. Usul ve küçük adımlarla odanın kapısını açtı. Selim ile göz göze geldiler. Selim sınıf arkadaşının sevgilisiydi. Pek sessiz biriydi hep Aziz’e karşı. Hep aceleci bir tavrı var gibi, hızlı yemek yer hızlı konuşur hızlı yürürdü. Sınav kağıtlarını hep hızlıca verirdi. Yaşamak gibi bir acelesi vardı. Koşardı sanki. Hızlı ve dikkatlice. Koşuyordu.
-Selim ? Sen ne geziyorsun burada ?
-İlayda, Süleyman koşun uyanmış bizim ki..
-Bir an mutfaktan İlayda ve Süleyman çıktılar.
-Aziz şaşkındı onları gördüğüne, fakat biraz da rahatlamıştı. Bir dost yüzü görmek. Biraz olsun mutlu etmişti onu. Sorusunu tekrarladı sert ve sigaradan kalınlaşmış sesiyle.
-Siz ne yapıyorsunuz bu arada ? Sonra bir an, gözlerini kapattı Aziz, bayılacak gibi olunca Süleyman ve Selim yüklenmişlerdi Aziz’in koca bedenini kollarına girmişlerdi.
İlayda konuştu önce, yatağa götürün dedi.
-Yatağa uzattılar Aziz’in bedenini, bir kaç dakika sonra tekrar açtı gözünü.
-Napıyorsunuz burada yahu ? Nasıl girdiniz ?
Süleyman anlatmaya başladı.
Tahir geldi okula, çok kötü olduğunu söyledi. Bizde toparlanıp geldik. Kapıyı vurduk fakat açan olmadı. Selim pencereden senin öylece yattığını görünce endişelendik. Kapıyı bir şeylerle açmayı denedik. Olmayınca da kilidi kırdık. Önce hastaneye götürecektik, sayıkladığını duyunca vazgeçtik.
-Odamı mı topladınız ?
-Bu sefer konuşan İlayda idi : Evet. Senin için geldik be oğlum. Ayrıca çok dağınıksın. Neler olduğunu bilmiyoruz. Süleyman bir şeyler geveledi ama.
Gözünü usulca Süleyman’a dikti Aziz. Baştan aşağı süzdü.
-ne konuştun yine geveze herif.
-En son Mayıs’ın geldiğini söyleyince mutlu oldum. Fakat sonra senden haber alamayınca endişelendik.. Seni görmeye geldik.. Evini temizledik. Kapını yarın hallederiz. Çiçeklerini de suladık bu arada.
-Çocuklar, teşekkür ederim. Fakat iyiyim ben. Bir şey yok..
-Soru yağmuruna hazırlandı Aziz, kafasında bir şeyler kurgulamaya hazırlanıyordu ki, suskunluğu İlayda bozdu : Hiç bir şey yememişsin. Üstelik bu kadar şişe, bu kadar izmarit. Ellerin parçalanmış, saçlarını kesmişsin. her taraf sidik, sigara ve bok gibi rakı kokuyor. Ve iyi olduğunu mu söylüyorsun ? Tahir’i de kovmuşsun. Çocuk çok üzüldü. Senin için geldik. Yaralarını temizledik. Biz senin dostunuz Aziz. Lütfen bize yalan söyleme..
Aziz gözlerini tavana çaktı. hiç birinin yüzüne bakmadan konuştu dikçe.
-İyiyim ben. Gördüğünüz gibi ölmedim. Hiç birinizi de ben çağırmadım. Yaptıklarınız için sağ olun ama, bunları da ben istemedim.. Lütfen gidin dedi. Başını duvara çevirdi ve gözlerini kapattı. Uyumuyordu. Başı çok ağrıyordu ve midesi boştu. Aç olduğunu hissetti fakat bunu da umursamadı. Gitmelerini bekliyordu. Fakat hiç biri hareket etmemişti. O an tekrar uyuya kalmıştı Aziz. Sonra uyandı… Çocuklar masada oturuyor, çorba yiyor, kısık sesle bir şeyler konuşuyordu.. Yine kalktı yataktan. üzerine bir şeyler giydi. Masaya oturdu. Bir sigara yaktı. Bir kaç nefes çekti. İlayda sigarasını alıp kül tablasına bastı. -İçme ! dedi sert bir ses tonuyla. Selim hemen bir tabağa çorba koydu biraz limon sıktı üzerine.
-Annemin tarifi. Her şeye iyi gelir. Lütfen iç dedi Selim. Aziz bir kaşık aldı. Günler sonra boğazından bir şey geçiyordu. Biraz sıcaktı ama, tadı gerçekten çok güzeldi.. Acıyla gülümsedi Aziz. Ellerine sağlık dedi. Çok güzel olmuş… Hep beraber yediler çorbayı.. Saat kaç dedi Aziz ? Kaç saattir uyuyorum.. Akşam üzeri 6’ydı. Saati duyunca biraz şaşırdı Aziz.
-Çocuklar, size söylediklerim için özür dilerim. Sizi kırmak istemedim.
-Süleyman her şeyi anlattı. Biz de az çok tahmin ediyoruz. Anlatmak istemezsen de sorun değil.. Sadece yanındayız. Teşekkür ederim dedi Aziz. Çok içten ve biraz da çatallayan ses tonuyla, teşekkür etti.
Bir kaç gün nöbetleşe beklemişlerdi. Aziz’in şişlikleri, morlukları geçmişti. Zorla doktora bile götürmüşlerdi. Her şey normaldi şimdilik. Bir hafta sonu, Aziz arkadaşlarına her şeyi anlatacağını söylemişti. Aslında herkes artık biliyordu her şeyi. Ama gariptir, her zaman yaşayandan dinlemek başkadır. Ne olduğunu bilmek başkadır. Aziz bursunu çekmişti, eve gitmişti, sanki en özel misafirleri gelecek gibi, her şeyi baştan aşağı düşünmüştü. Tekrar tekrar hazırlandı. Rakısı, cigarası, mezesi, müziği, her şeyi o kadar özenle hazırladı ki, sanki havarileri ile son yemeğini yiyecek sonra, bedeninden beyaz kanatları çıkacak, göğe yükselecekti.. İçi kıpır kıpırdı üstelik. Şehir ısınmıştı, karlar da eriyordu, dört yandan dağınık bahçeyi temizledi, iskembeleri özenle yerleştirdi ve arkadaşlarını beklemeye başladı.. Anlaşıldığı vakit geldi çattı, çocuklar aynı anda kapıda bekledi, Aziz en güzel kıyafetlerini giymişti. Hepsini saygıyla karşıladı. Ona bir sürprizleri vardı arkadaşlarının. Onun için bir köpek sahiplenmişlerdi. Henüz adı konuşulmamıştı fakat Aziz’in bu şaşırmadan ve teşekkürlerden sonra bir fikri vardı. Köpeğin tasmalarını çözüp küçük kutusundan çıkartılınca doğrudan Aziz’in yanına gitti. Aziz ellerini uzattı, önce kokladı ardından yaladı. Aziz günler sonra ilk kez gerçekten içten bir gülümseylemeyle konuştu
-Sana güzel bir isim buldum ufaklık. Artık Sana ”İzmarit” diyeceğim. Zaten Düşkün bir adamdan ne ne kalır ki geriye bir avuç izmarit… Köpek öylece Aziz’in gözlerine bakıyordu.. Aziz onu başından öptü ve yere
Çocuklar birbirlerine endişe ve üzüntüyle bakmışlardı.. Fakat Aziz çoktan uzaklara dalmıştı.. Ne o acı dolu bakışı görmüştü, Ne de diğer her şeyi.. Mayıs bir notla elveda dedikten sonra öylece kalmıştı. Üşümek, acıkmak, yada konuşmak. Sanki hepsi yabancılaşmıştı. Ama düştüğün yerden kalkamazsan, bazen biri yardıma gelir. Bazen de sürünerek yoluna devam edersin.. Kalkacak mıydı, yoksa sürünecek miydi, bilmiyordu. Zira düştüğün yerde kalmakta bir seçenektir. Zaman gösterecekti.. Henüz onunda bir fikri yoktu. Şimdilik sadece bu güne odaklandı.. Masa kuruldu, yemekler hızlı tüketildi. Aslında çocukların da sabrı tükenmiş sayılırdı. Bir an evvel dinlemek istiyorlardı.. Rakı servisi ve bir kaç kadehin ardından, dili çözüldü Aziz’in anlatmaya başlayacaktı tam Süleyman sessizliği bozdu..
Özlüyor musun ?
-Tenindeki her beni, hatta sırtının sol yanında Kıbrıs’ı andıran doğum lekesini bile biliyorum. Sanki onu ben doğurdum ya. Belki annesi bile tarifleyemez yüzünün aldığı halleri kızınca bir kaşının bir ev çatısına benzeyen bükülüşü.. Mayıs ve Ben sanki bir doğduk. Dünyada eşsiz değil. Ben de ondan ibaretim.. Geç kalıyorum.. Geç kalıyoruz. Sürekli bir şeylere eksik kalıyoruz ya. Bak konuşurken aklıma geldi mesela. Ben bu yaşıma kadar bir sürü kadın aldım hayatıma. Hayat. Hayatımız. Cümleler birbirine girdi ya. Rakısından büyük bir yudum aldı, gözlerini tek tek gezdirdi tüm dostlarının üzerinde. Yutkunamadı. Anlatmaya devam etti. Çok konuşuyorum ya. Ha tamam buldum. Ne var biliyor musun ? Hep ben sevdim ya. Saçlarımı uzatırdım isterdim ki biri saçımı okşasın ya. Hiç birinin okşadığını hatırlamıyorum. İsterdim ki ellerimi tutsun, isterdim ki sarılsın bana ya. Kokum aklında kalsın isterdim bir gün. Beni hatırlasın. Beni güzel hatırlasın isterdim ama olmadı. Hiç cesaretim olmadı bunlara ya. Sevmeye cesaretim vardı. sarılmaya da, öpmeye de. Sadece bırakmaya cesaretim olmadı hiç. O yüzden onlar gitti hep. Bir gün biri sarılsaydı be. Bırakmasaydı. Daha kötüsü var bir de, düpedüz sarıl diyorsun ya, bana sarıl diyorsun. Düpe düz sarıl dedikten sonra sarılmanın ne anlamı var ya ? Birine beni sar dedikten sonra, seni sarmasının ne anlamı kalır ? Bak mesela Mayıs’a hiç bir şey söylemezdim. Yapmazdı önceleri de. Sar derdim ya. Ben derdim hep, sarıl, öp saçlarımı okşa. Bir günde ben söylemeden yap be kadın ! El insaf be. Bir gün yaptı sadece be. Bir gün be. Ama isterdim yani. Şöyle güzel bir hayat yaşayalım isterdim ama. olmadı be. Vallahi isterdim yani. Ben zaten çok isterdim. Hıh. Birinin de olduğunu görsem, dişimi kıracağım. Olmadı tabi. Genelde olmaz zaten.
Kibritçi kız masalını bilir misin ?
Kibritçi kız masalı çok özeldir. Kibritçi kız kibrit satar, bir gün çok üşür böyle sokağın birinde. Hava soğuk. Karar verir kibritlerden birini yakmaya, ısınmak sadece be. Tek isteği yani. Neyse yakar kibritlerden birini. Çok güzel bir hayal görür, böyle bir ev, bahçeli falan. Sevdiği insanlar güzel pişmiş yemekler.. Sonra kibrit söner hayal biter. Sonra bir kibrit daha yakar, başını okşayan güzel bir insan. Tam her şey güzelken bir kibrit daha yakar, sevdiklerinin kolunda bulur kendini. Uyurken.. Sonra kibrit söner, ama hayal bozulmaz bu sefer, kibritçi kız kalır orda. Mayıs benim kibritimdi oğlum. Yaktım ya, sarıldı bana be. Sarıl bile demedim bu sefer.. Lan çok güzeldi be. Öylece gitmese her şey çok güzeldi be ! Ama söndü işte kibrit be. Son kibritim varmış benim de, fakat kalamadım Aga. O hayalde kalamadım..