Gündüzlerin kısaldığı, gecelerin her geçen gün biraz daha uzamaya başladığı zamanlardı. Akşam sekiz’de İhsan’la görüşmek için randevulaştık. Bir derdi olduğunu söyledi telefonda. Normal bir arkadaş olsa telefondan anlat dersin, bir de sonunda hayırlısı olsun dersin konu kapanır. Ama İhsan normal bir arkadaştan çok farklı biriydi. Evde beslediği bir balığı var. Balığının adı Baboli. İki dostundan biri. Yemek yerken balıkla beraber masaya oturuyor. Baboli’ den başka diğer dostu da benim. İhsan’la üniversitede tanıştık. Okulda ilk onunla tanışmıştım. Sonra hiç ayrılmadık. Çoğu gecelerin sabahını beraber gördük. Konuşulmadık konu kalmazdı. Beraber dinlediğimiz şarkıların sayısını tahmin bile edemiyorum. Saate baktım, geç kalmak üzereydim. Hemen apar topar çıktım evden. Mekana geldim. İhsan çoktan gelmiş beni bekliyordu. El etti, yanına gittim. Oturduk, içecek bir şeyler söyledik. En son geçen hafta görüşmüştük.
”Hayırdır kardeşim, ne derdin var?” diye sordum.
”Aşık oldum kardeşim, aşık oldum.”
”Kime aşık oldun?”
”Sizin şubeden bir kız, sabahçı.”
”Adı ne?”
”Bilmiyorum.”
”Aşık olduğun kızın adını bilmiyor musun?”
”Bilmiyorum kardeşim, ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum.”
”Sen de herkes gibi oturup bekleyeceksin İhsan.” dedim.
”Neyi bekleyeceğim?”
”Kaderini kardeşim, kaderini.”
İhsan abayı çoktan yakmış görünüyordu. ”Kardeşim bir haftada ne hale gelmişsin, kim bu dünyalar güzeli kız merak ediyorum.” dedim.
İhsan biraz bu sözüme bozulur gibi oldu. ”Yakışır kardeşime.” dedim sonra. Muhabbet ederken boka battığınızı düşünürseniz sizi kurtaracak olan karşı tarafın hoşuna gidecek sözlerdir.
Etkisini tamamıyla göstermez ama azaltır. İhsan konu açıldığından beri kızdan bahsediyor. Yüzünü anlatıyor.
Kaşı şöyle, burnu şöyle. Boyu ben kadar var, turuncu bir kazağı var.. Konuşmaya devam ederken,
”İhsan bir sus! Anlıyorum kardeşim ama adını bilmiyorsun. Bir delilin yok. Sakin ol.” dedim.
”Tamam, özür dilerim.” dedi.
Bir müddet sustuk. İhsan bir dostu olduğunu hatırladı dünyalar güzeli turuncu kazaklı kızdan sonra.
”Sen neler yapıyorsun?” diye sordu.
”Hikaye yazıyorum.” dedim.
”Ne hikayesi?”
”Sevgi çıkmazı.”
”Yeni mi başladın yazmaya?”
”Yeni sayılır.”
”Bitirdiğin zaman ilk ben okuyacağım, söz mü?”
”Tamam İhsan.” dedim.
İhsan’ ın muhabbeti ”En son ne zaman aşık oldun?” sorusuna doğru giderken, bir ara söyleyecek gibi oldu. Sonra sustu.
İnsan cevabını bildiği soruları, şartlar ne olursa olsun sormamalıdır. Bu anayasaya konulması gereken maddelerden birisidir.
Bugünlük nüsha yeter dedik. Aynı mahallede oturuyorduk. Arabada İhsan sokak ışıklarına dalıyor. Onlara gülümsüyordu.
”Yatarken üzerine sıkıca ört kardeşim.” dedim. İhsan’a arkadaştan çok aile olarak yaklaşıyordum. O da aynı şekilde davranırdı bana.
Belki de şuan akraba bile sayılabiliriz. Sonuçta kan bağı olmasa da, aramızdaki dostluk bağı yeterdi.
”Yarın sabah derse muhakkak gel, sana kızı göstereceğim.”
”Bana gösterme kardeşim, git konuş kızla. Beni sen tanıştır onunla.” dedim.
”Olmaz, bizi sen tanıştıracaksın.”
”Nasıl yani?”
”En yakın dostum sensin. Sana güveniyorum.”
İhsan garip bir aşk yoluna girmiş. İçinde bulunduğu duyguyu anlamış değilim. Platonik bir bağlılık olduğu belli. Kızı gördü ve kız bunu fark etmedi bile. Yanından sessizce geçip gitti. Zaten hayatımızda olması gereken insanlar çok uzaklardalar. Yanımıza hiç uğramıyorlar. Uzaktan seviyorlar bizi. Biz gece yatmadan önce gökyüzüne bakıp: ”Kalbimin şiir dizeleri, bugün de gelmedin. Şu an neredesin, ne yapıyorsun hiçbir yaşam belirtisi yok. Seni düşünerek dalıyorum uykuma. Rüyamda seni görmem dileğiyle” diyerek yatıyoruz. On tane yıldız sayarsan dileğinin gerçekleşme olasılığı fazla. Uyumadan önce gökyüzüne baktım. Baktıkça uzaklara daldı gözlerim. Kulaklığımı alıp, Neşet Ertaş’ın Neredesin Sen şarkısını elli defa dinledim. Düşündüm, o gece düşünmediğim ne varsa düşündüm. Sözlerde kayboldum. Gözlerimi açtığımda sabah çoktan olmuştu. Kapı çalıyordu. Gelen İhsan’dı.
”Günaydın.” dedi sevinçli bir tonla.
”Ne günaydını oğlum, saat sabahın körü. Ne işin var burda.”
”Hazırlan hadi gidiyoruz.”
”Nereye?”
”Derse kardeşim.”
”Ders beşte İhsan, iyi misin sen?”
”İyiyim kardeşim hadi derse yetişelim. Bizi tanıştıracaktın unuttun mu?”
Derse girdik. Sınıf yüz on kişi.
”Hani nerde oğlum kız, bul bakalım bulabilirsen.” dedim.
”Bulucam kardeşim merak etme sen.” dedi.
”Gece geç yattık zaten, ne işimiz var sabahın köründe burada. Bizim dersimiz akşam. Daha fazla harç parası ödüyoruz.
Niye? Sabahları uyuyabilelim diye. Sen bizi paramızla rezil ediyorsun.” dedim.
”İşte bak orada, geldi.”
”Hangisi şu beyaz tokalı olan mı?”
”Evet o.”
”İhsan öküz gibi bakma kıza, uslu dur şurda.”
”Ne yapayım kardeşim, çok güzel.”
Beyaz tokalı kızı tanıyordum. İhsan’a söylemedim. Sınıftan Aysun’ un arkadaşı. Bir gün beraber bir yerlerde oturmuştuk.
Farklı biriydi. Bizim İhsan’a göre değildi yani. Ders çıkışı İhsan sürekli konuş hadi deyip durdu. Konuşmadım. Sonra konuşuruz diye geçiştirdim. Sen bana bırak dedim. İhsan’la dersten sonra ayrıldık. Hemen Aysun’u aradım. Aramız iyidir. Durumu anlattım. Kızın bir erkek arkadaşı varmış.
”Ah ulan İhsan, saçma sapan iş yapıyorsun. Senin sevgine sokayım ben.”
İhsan sürekli mesaj atıyor. ”Planın nedir kardeşim.” diye mesaj çekmiş. İhsan’a ”Evin ordaki park’a gel. Planı açıklıyorum.” dedim.
”Ne yapıyoruz?”
”Bu işten vazgeçiyorsun İhsan.” dedim.
”Ne diyorsun sen, niye?”
”Vazgeçiyorsun işte.”
”Niye oğlum, niye?”
”Soru sorma lan, vazgeç diyorum sana.”
”Vazgeçmiyorum var mı? Sen yalnız bırak beni. Kardeşime bak be.”
”Oğlum konu o değil..”
Lafımı bitirmeden İhsan çekti gitti. Bir daha da beni aramadı o günden sonra. Mesaj attım hiç birine cevap yazmadı. Evine gittim, kapıyı açmadı.
Bir gün şüpheye düştüm. Çilingir çağırdım. Kendini odaya kilitlemiş. Alt üst olmuş dünyası.
”Kardeşim konuştum ben kızla. Seni hiç yarı yolda bırakır mıyım?”
”Cevap yok.”
”İnan oğlum, bir dinle beni aç şu kapıyı.”
”Cevap yok.”
Üzerine gitmedim. İhsan bütün kapıları kapatmıştı dünyasındaki. Bir tek o odanın kapısı kalmıştı. Onu da ben açarsam, İhsan beni hiç affetmez diye düşündüm.
Baboli’ye her gün gelip yem attım. Balığı da unuttu bir kız için.
”Oğlum ben affederim de seni, bu balık affetmez lan.” dedim.
”Cevap yok.”
Balığı bizim eve getirdim. İhsan’a kalsa ölecek hayvancağız.
İhsan garip bir şekilde sevgi çıkmazı’nın içine düşmüştü. Neden İhsan diye düşündüm.
Ne gerek var kardeşim. Olmayacağını bildiğin şeylerin üzerine niye gidiyorsun, ne diye beni dinlemeden bitiriyorsun her şeyi.
Böyle kızlar sana bakmaz oğlum. Bunların amacı farklı. Seni duygularını törpülemek için kullanırlar,
sonra çöp kutusuna basket diye sallarlar seni. Sen önüne bak. Seni kalbinle sevebilecek birine aşık ol.
İnsan ulaşamadığı şeylerin üzerine daha da çok gidiyor. Ona sahip olmak için kendini bitiriyor. Kendinden verdikçe tükeniyor farkında olmadan. Birden oluyor ve karşı koyamıyorsun. Tıpkı depremler gibi. Sen kalbinde hissedemediğin için anlayamıyorsun şiddetini. Sonrasında yıkılıyor dünyan. Yerle bir oluyor yani. Geriye baktığında ne kalıyor. Binlerce kez dinlenmiş şarkılar. Tekrar diyorsun, sonra bir kez daha. Hayatını şarkılarda teselli arıyorsun. Git kalbinle sevebileceğin birine aşık ol. Onun gözlerinde ara yaşama tesellini. Kendini bitirmenin anlamı yok. İnsan unutmaya mahkumdur. Unutmalıdır. Unutamam demeyeceksin, unutacaksın. Unutmak, anayasada yok ama hayatta geçerli olan bir kanundur. Sonra biri çıkacak karşına. Anlayacaksın o zaman bu sözlerimi. Haklısın kardeşim diyeceksin. Sonra güleceğiz bütün bunlara. Üzerine içeçeğiz. Bir zamanlar her şeyden önemli olan fakat son kullanma tarihi dolmuş hikayelerin arasında yer alacak bütün bu yaşananlar.
Geçen gün ihsan aradı.
”Yazdığın hikaye bitti mi?”
”Daha bitmedi.” dedim. Baboli’yi sordu. Kaç gün sonra hatırladı sonunda bir balığı olduğunu.
”Baboli iyi.” dedim.
”Balığın suyunu iki günde bir değiştireceksin. Dinlenmiş su olacak. Yemini günde iki defa yarım vereceksin.
Odanın camını açık unutma sakın.”
”Tamam İhsan.”
”Bize gel, konuşalım. Gelirken hikaye’yi ve Baboli’yi getir. Saat üç’te gel.” dedi ve kapattı.
Üç’e bir kala İhsan’ a geldim. Yanımda Baboli ve daha bitmemiş bir hikaye var.
İhsan Baboli’yi aldı ve masanın üzerine koydu. Odaya geçtik.
”Hikaye’yi ver okuyacağım.”
”Daha bitmedi.”
”Ver lan!”
Kağıtları aldı arka odaya geçti. Kapıyı da kilitledi. Ses etmedim.
Baboli’yi izledim bir süre. Camdan dışarıya baktım. Kırmızı vosvos geçti bir tane.
Masanın üzerindeki çokoprens’i yedim.
İhsan yanıma hızlı bir yürüme temposuyla geldi. O kızı gördüğü heyecandan çok daha farklıydı bu.
”Sen haklıydın kardeşim, her zaman ki gibi sen haklıydın.”
”İhsan, herkesin bir hikaye’si vardır. Hikayen iyi de olabilir kötü de. Önemli olan sen bu hikaye’nin neresindesin?
Sen bu hikaye’nin dışındaydın kardeşim. Hikaye’nin güzelleşmesini istedin diğer tüm insanlar gibi. Ama sen diğerleri gibi yapmadın.
Acı çektin. Acını yaşadın içinde. Artık özgürsün.”
İhsan içeriden kalem alıp geldi. Yaz o zaman:
”Her hikaye mutlu sonla bitecek diye bir kural yoktur. Kötü sonla bitecek diye de bir kural yoktur. Sınırlar vardır.
Yemek yemenin bir sınırı, konuşmanın bir sınırı hatta acının da bir sınırı vardır. Sevmenin acısı diğer acılardan farklı.
Hayal gücünü zorluyorsun, bir yolculuğa çıkıyorsun. Sonunda bir bakıyorsun aynı yerdesin.
Güneş doğar, yükselir, tekrar batar. Yarın yeniden doğacak, yükselecek ve batacak.
Bizi herkes gibi olmaya zorluyorlar. Bir gün herkes kendisi olacak. Kendi gibi olanlar kazanacak bu savaşı.
Herkes gibi olunca sınırlar kalkmıyor. Aksine büyüyor.”
”Eyvallah kardeşim, eyvallah.”
İhsan’ın bu hali beni mutlu etti. Geç de olsa anlamıştı bazı şeyleri. Bir gün herkes anlayacak. Ne eksik ne fazla.