> Gözlerini uykudan açtığında hâla karanlık hakimdi. Titreyen parmaklarını saçlarında dolaştırıp düzelttiğinde avuçlarının ıslaklığı içini ürpertti. Hissettiği pişmanlık, yine aynı rüyaları görmesine sebep olmuştu. Günlerdir aynı kabuslara gözlerini kapatıyor ve aynı karanlığa açıyordu gözlerini. Yağmurda ıslanmışa dönmüş bedenini hafif bi titreme almıştı. Alışıla gelmiş bir halde doğruldu yatağında. Gecenin karanlığında uçuruma benzer boşluğa sarkıttı ayaklarını. Saliseler sonra ki -bi ömür gibiydi- pürüzlü zemine dokundu parmak uçları. Yarım yamalak gözleri sızladı çaresizlikten. Ağlamalıydı, rahat ederdi ancak bu sayede. Ama o bir erkekti. Erkekler ağlamamalıydı değil mi?
> Hayatın tekdüzeliğine alışmış bir erkekti o. Tek dayanak noktası şiirleriydi. Köylü teyzemin el emeği örgü sepetleri gibi, o da kelimelerle mısraları örerdi. Sonra o mısraları alt alta koyar, 4e 4 tuğlalar oluştururdu. Bu tuğlalar ki; onun iç dünyasi ve gerçek dünyayı ikiye bölen kalelerin, surların temel yapı taşıydı. Şiirden kaleleri vardı onun, içine kendini hapsettiği. Çok sertti bu nazm duvarları ve girintili çıkıntılıydı. Bolluktaydı o kalelerde duygular.
> Çevresi tarafından hep yadırganmış ve çoğu zaman anlaşılamamıştı. Korkardı insanlar o sonsuz duvarlardan. Kimse ki cesaret edemezdi yaklaşmaya o kalın,korkutucu ve altında ezilecek izlenimi veren canavarlara. O da pek istemez ve çok nadir izin verirdi canı pahasına onu koruyan bu canavarlara dokunulmasına. Aslında dışardan ne kadar sert ve korkutucuysa, içinde o kadar naif ve tatlıydı o duvarlar. Pamuk şeker gibi renkli, yumuşak ama tek damla su da eriyecek kadar narindi.
> Güneşin tam faaliyette olduğu bi günde, bir el uzandı o surlara. Parmak uçları pamuktan, saçları sıra sıra dizilmiş, tane tane buğday sapları gibiydi. Badem gözlüydü kız. Hani şu şiir kokan kadınlardandı. Surlarda zayıf bir bölge arıyor, içeriye girmeyi umuyordu. Hiç pes etmedi badem gözlü kız. Her gün,her saat durmaksızın turladı surları. Sonra bir gün o mısralar içeri aldı kızı.
> Yanında belirdi şiir kokan adam. Yeni girdiği bu ortamdan çok çekiniyor ve utanıyordu badem gözlü. Erkek korkmamasını, ona bu yolculukta eşlik edeceğini, onu koruyacağını söyleyip duruyordu. Şiirlerle örtülü bu dünya çok ahenkliydi. Çok gizli sırlar barındırıyordu mısralar. Ancak gerçekten bakanların görebileceği duygular gizliydi dizeler arasında. O dizelere bakanlar kesinlikle hayran olurdu ama, dizeler arasında ki duyguları görenler onları hissederdi. Aynı badem gözlü kız gibi. O korkutucu görüntünün arkasında nelerde saklıymış meğersem. Beraber yürümeye başladı şiir kokan insanlar. Etraflarında, gerçekleri mırıldanan melodi sesleri huzur veriyordu ruhlarına. Çevrelerindeki manzara ise bir mucizeydi sanki. Her santimde sözcükler yazılıydı manzara da. Kuşların kanatlarında sözler ki göç ediyordu. Yanlarında bulunan billur şelalenin su sesleri bile mısraları mırıldanıyordu.
> Güneş ufukta kayboluyor, sohbet koyulaşıyor ve yürümeye devam ediyorlardı. Gökyüzünde milyonlarca inci tanesi beliriyordu. Uyumaya karar veriyorlar ve yeşil pamuklara uzanıyorlar. Badem gözlü, sarı saçlarını şiir kokan adamın omzuna yaslıyor. Şiirler mırıldanıyor adam badem gözlüye. Öyle uyutuyor omuzlarında bir meleği. Yıldızlar, onların ışığında sönük kalıyor adeta. Ay, bu gece güneşi değil, onları yansıtıyor. Canlılık alemi ki bu gece onları izliyor, onlara imreniyor. Kız, uzun zaman sonra ilk kez huzurlu uykusunda.
> Gün ağarıyor saatler sonra. Omzunda bir melekle uyanıyor adam. İzlemeye doyamıyor onu. Uyandırmak istemiyor badem gözlüyü. Sadece bu anı durdurmak ve saatlerce izlemek istiyor meleğini. Bir rüzgar esiyor sonradan. Ayrılık kokulu bir rüzgar. Ciğerleri yanıyor adamın. İçi sızlıyor. Omzundaki melek kıpırdanıyor sonradan. Aralıyor gözkapaklarını, bakıyor adama. Gülümsüyor, gülümsüyor, gülümsüyor. Hiç ağlamıcakmış gibi gülümsüyor badem gözlü.
> Yola koyuluyorlar tekrardan. Avuç içleri birbirini buluyor bir puzzlenın parçaları gibi. O iki parça ki ayrıyken birer hiçler, sadece bir arada anlamlılar. Yürüdüler, yürüdüler, yürüdüler. Nereye gittiklerini sordu badem gözlü. Ağzını bıçak açmadı adamın. Tek laf etmedi adam.
> Sonra, ikindi vakitlerinde geniş bir alana geldiler. Uçsuz bucaksız bir arazi düşünün; ufuk çizgisinde belli belirsiz ağaç gövdeleri, ayağınızın altında yeni çimlenmeye başlayan yeşillikler. Her adımınız da taze çimen kokuları burnunuza ulaşıyor. Ve tam ortada bir masa. Tahta bacaklı iki sandalye karşılıklı duruyordu masanın etrafında. Sandalyelerin biri doluydu fakat. Dümdüz ve upuzun saçlarıyla bir kız oturuyordu. Sırtı görünüyordu beyaz elbiseli kızın. Badem gözlünün içini bir tedirginlik sarmıştı. Korkuyordu şiir kokan adamın onu bırakmasından. Devam etti adımları masaya belli bir mesafe yaklaşana kadar. Sonra durdu bi anda adam. Döndü badem gözlüye sarıldı, öptü yanaklarından. Teşekkür etti anlamsızca. Oysa hiç veda eder gibi de değildi. Çok mutluydu adam ve bu mutluluk badem gözlüye de yansımıştı. Adam, gülüyordu badem gözlüğe. Badem gözlü, gülüyordu adama. İkisi de bunun bir veda busesi olduğunu bilmeksizin gülüyordu. Usulca ayrıldı elleri önce. Adam masaya yöneldi hiç kaybolmayan gülüşüyle. Yüzü düştü badem gözlünün. Gidişini izledi hiçbişey yapamadan. Çaresizliği hissetti iliklerinde. Sol tarafının gidişini izledi içinde oluşan büyük boşlukla. Adam arkasında ki yıkıntıya bakmadan gitti oturdu masaya. Gözlerini dikti beyaz elbiseli kıza. Güldü, güldü, güldü. Sonra elini tuttu beyaz elbiseli kızın. Ne kadar da mutlu gözüküyorlardı. Badem gözlünün hiç ulaşamayacağı kadar çok mutluydular.
> Badem gözlü için kara bulutlar gelmeye başlamıştı. Çok sert rüzgarlar esiyordu badem gözlüye. Ama ince bir camdı sanki artık aralarındaki. Adam ki hiçbir şey hissetmiyordu. Oysa ki herşeyi görüyordu. Kasırga, kara bulutlar, çakan şimsekler ve karanlık.
> Gözleri kamaştıran bir aydınlık, masaya düşen bir şimsek. Canı yanmaya başlıyor adamın. Yüz ifadesi ki belli ediyor acısını. Badem gözlü koşmaya başlıyor masaya doğru. Ve attığı her adımda daha da uzaklaşıyor adamdan. Hiç pes etmiyecek gibi koşuyor ama olduğu yer hiç değişmiyor.
> Adam kalkıyor yerinden cama doğru ilerliyor. Yanında beyaz elbiseli ile. Yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor. Tek eli beyaz elbiseli de, tek eli ise cam ile vuslata eriyor. İlk kez görür gibi yokluyor camı. Sonra yumruklar sallamaya başlıyor cama. Badem gözlüye ulaşmak istiyor ama beyaz elbiseliden de vazgeçemiyor. Oysa ki beyaz elbiseli değil miydi badem gözlüye sırtını dönmesine sebep olan. Hiç bilmediği bu şiir aleminde onu sahipsiz bırakmasına neden olan.
> Badem gözlü ki vazgeçmiyor koşmaktan. Adam ki korkmuyor yumruklarını daha sert sallamaktan. Ama adam ki beyaz elbiseliden de vazgeçmiyor. Kız yorulur mu bir gece, pes eder mi? Bilmiyor. Adam yorulur mu yumruk sallamaktan, veya beyaz elbiseliden vazgeçip iki eliyle daha sert yumruk sallar mı? Bilmiyor.
> Sonra her zaman ki gibi karanlık çöküyor. Bir gece daha bu görüntülerle bölünüyor. Bu sonu belirsiz hikaye şimdilik sona eriyor. Bilinci boşlukta bir adam acıya açıyor gözlerini.
> Gözlerini uykudan açtığında hâla karanlık hakimdi. Titreyen parmaklarını saçlarında dolaştırıp düzelttiğinde avuçlarının ıslaklığı içini ürpertti. Hissettiği pişmanlık, yine aynı rüyaları görmesine sebep olmuştu. Günlerdir aynı kabuslara gözlerini kapatıyor ve aynı karanlığa açıyordu gözlerini. Yağmurda ıslanmışa dönmüş bedenini hafif bi titreme almıştı. Alışıla gelmiş bir halde doğruldu yatağında. Gecenin karanlığında uçuruma benzer boşluğa sarkıttı ayaklarını. Saliseler sonra ki -bi ömür gibiydi- pürüzlü zemine dokundu parmak uçları. Yarım yamalak gözleri sızladı çaresizlikten. Ve tek bir damla düştü elmacık kemiklerinden aşağı. Bütün karanlığı bölücek aydınlıkta ve bütün yürekleri sızlatıcak kadar duygu yüklü tek bir damla