“Kontrol kaybolduğunda daha doğrusu kontrolü kaybettiğine inandığında ne yapacağını bilemez sıra dayağına çekerdi bizi…. babam…
Tırtıklı bir sopası vardı…diz üstü çöktürerek oturturdu bizi yere…”Aç elini!” derdi sırası gelene! Elimizi açmazsak bacaklarımıza, popomuzun kenarlarına vururdu… Ben uslu bir çocuktum. Daha çok abim ile ablam hır çıkarırdı evde kedi köpek gibi didişerek. Fakat kim ne yaparsa yapsın ya da yapmazsa yapmasın prensibi gereği tüm çocukların sıra dayağından geçmesi gerekiyordu…babaydı ya…
Hatırladığım ilk sıra dayağı seremonisi…sopa çekmeceden çıkmış…herkes dizüstü yerde…sanki bir film sahnesi…diğer zamanlardaki hali gibi değil hali…babacılık oynama zamanı…sert ve gaddar olmalı şimdi…şımarık çocukları kim ister? Bu rolün hakkını vermeli…
Önce en büyüğümüz…”Aç elini!”… sonra bir küçüğü…”Aç elini!”
İşte sıra ben de! ” Aç elini!”
Vurmak istemiyor …biliyorum…hem tavırları öyle söylemiyor ki…Gerçekten isteseydi “Bana da mı, baba?” der gibi baktığımda gözünü kaçırmazdı…vurmamak için zaman kazanmaya çalışmazdı sağa sola bakarak…gözünü kapatıp merhametli yönünü susturabilmek için oyalanmazdı sigarasından bir fırt çekerek…hem ben bir şey yapmadım ki…Yok hayır vurmayacak…
“Aç elini!”
Artık kararlıydı…Elimi hiç korkmadan garip bir cesaretle uzattım ve iyice açtım avucumu gözlerinin içine dimdik bakarak…
Bitti…Elimde ve kalbimde tırtıklı bir sızı…Hiç bir tepki vermedim…nedense hiç kızmadım…
Onlara vurduğu gibi vurmamıştı bana…çok sert vuracakmış gibi yapıp sopa tam elime çarpacakken hızını hafifletmişti kimseye farkettirmeden…
Yolda sokakta, otobüste dolmuşta gördüğüm insanların davranışlarını tahmin etme oyunu oynuyorum şimdilerde…İnsanlar nasıl da ele veriyorlar kendilerini bir bilsen…