İçimdeki adama göre güneşin bile doğmaya nazlandığı bir günün sabahında sokaktan gelen gürültüyle uyanmıştım. Uyanmıştım diyorum çünkü ilk anları hiç hatırlamıyorum. Hala alacakaranlık bir hava olmalıydı odada ki karanlığa bakarsak ve pencereye doğru içimdeki merakla anlamsızca yürüyordum. Sanki gürültünün kaynağını öğrenince hayata dair kafamdaki bütün sorulara cevap bulmuş gibi olacaktım..Pencereden kafamı uzattım ama nafile…Sokağın köşesinde çiftleşen kedilerden başka hareket eden hiç bir şey yoktu..Kısa bir zaman onları izledim ve uzun zamandır bir kadına dokunmayı bırak konuşma şansı dahi yakalayamayan kendime üzülerek yatağa uzandım.. Zihnimdeki ”bir kedi kadar olamıyorsun oğlum” fısıltılarıyla uykuya dalmışım. Dalmak güzeldi ama fısıltalar uyanınca da susmadılar. Kendini seven ama beğenemeyen, kendine güvensiz bir yaşam formuna dönüşmüştüm orta yaşlılığımda.
Aradan geçen zaman sanki bana uğramamıştı..Hareket yoksunu bir yaşamın ortasında zamanı anlamak kolay olmuyordu tabi..Aynı koltuk, yatak ve süt içtiğim bardak..İki günde bir şarj ettiğim telefonum bile eminim bana hayret ediyordu onu bu denli enerjik tutmama..Numaramı nerden bulduklarını bilmediğim bir kaç aptal bankanın dışında arayan soran yoktu çünkü… İçinde bulunduğum bu karanlıktan çıkmak adına bakışlarımı camdan dışarı çevirmiştim gene..Bu sefer kediler de ortalıkta görünmüyorlardı. Havanın yeni yeni kararmasıyla yanmaya başlayan sokak lambalarını takip ettim gözlerimle..İki de bir bozulan asansörü saymassak ki kendisine çok ihtiyacımın olduğu da söylenemezdi aslında ama haliyle binanın dokuzuncu katında oturmak ben gibi bir miskin için harika fırsattı..En azından gitmeye üşendiğim heryeri görebiliyordum bu yüksek yerden..Sokağa açılan kapım çok zaman önce pencerelerim olmuştu..
Lambaları öylesine takip etmiştim ki evden baya bir uzaklaşmıştım..Sanırım diğer mahallenin sokaklarında geziyordum gözlerimle..Evlerin olmadığı,belki biraz çalılık ve bir kaç ağacın eşlik ettiği bir yerde durakladım..Hava yüzünü kararttığı için net anlaşılamıyordu ama olsa olsa orasıdır diye geçirdim içimden..Gençlik yıllarımda deli divane olduğum bir kıza sabaha karşı arabada muhabbet ettikten sonra ilanı aşk ettiğim o ıssız yerdi orası..Gülünce ağzı kayan biri olan ben dudağımın kenarından kıs kıs güldüm kendime..Ne kadar mahçup bir gençtim o sabah ve belki sabahın o saatinde kimse bir daha o kadar mahçup olamayacaktı.. ”Belki bir gün o ıssız yere bir daha uğrarım ” dedim kendime…Gene bambaşka hayaller ve yüzümdeki saçma gülümsemeyle uykuya uzandım..
Evdeki mobilyadan farkım yoktu belki ama gözlerimle karış karış her yeri geziyordum penceremden..Kimsenin görmediklerini görüyordum belki de..Arayan soran yoktu ama geç saatlere kadar konuşabileceğim hatta muhabbetten beni uykusuz bırakan bir adam daha vardı içimde…Ne cümleler kuruluyordu sabahlara dek..Konuşmaya utanılacak fanteziler, hiç duyulmamış küfürler ağzımızdan eksilmiyordu..Yıllar sonra o mahçup gençten eser kalmamıştı…
Sonra bir cümle daha söylendi nereden geldiğini bilmediğim…
”Bazıları sizin görmediklerinizi görür, bu onların küçük düşlerindendir…Bazıları sizin görmediklerinizi görür, bu onların küçük düşlerindendir….” Uzun zaman önce adı kadar karizmatik olmayan şizofreni teşhisimi koyan doktorun kurduğu cümleydi bu..Ne zaman bunu duysam merakım kabarırdı hemen..
Çiftleşen kediler umrumda değildi ama gerçekten hiç o kadar mahçup olmuş muydum hayatımda emin olamıyordum…