Cemil, Yüzbaşı James, Binbaşı Nigel, Asame Bin Maden ve Şah Mahmud Esud aynı odada oturmaktaydılar. İçeride ağır bir sigara kokusu vardı. Asame ve Şah selam verip Cemil’in yanına oturdular. Binbaşı Nigel ve Yüzbaşı James şaşkınlıklarını biraz olsun atmışlardı. Cemil bekletmeden söze girdi;
– Arkadaşlar Asame ve Şah Esud’u tanıyorsunuz herhalde.
Asame ve Şah Mesud birşey söylemeden başlarıyla selam verdiler. Binbaşı ve Yüzbaşı da yanlarına gidip ellerini sıktı onların. Yüzbaşı James Şah’a “onu gördüğüne ne kadar çok sevindiğini” söyledi. Daha sonra Cemil Binbaşı Nigel’i Asame ve Şah’la tanıştırdı. Binbaşı Nigel Asame Bin Maden’i şahsen görmemişti ama o gece operasyonda neler yaptığını çok iyi biliyordu. Yine de sormadan duramadı;
– Söyler misin Cemil, bu ikisiyle nasıl tanıştın ve neden operasyona katıldın ?
– Binbaşı söyledim ya size, ben geri Lashkar’a döndüğümde bu ikisi beni karşıladı. Ben de tanımıyordum açıkcası. Arabadan indiğimde yanıma geldiler ve ” Bizimle gelmen gerek, dayın senin bizim yanımızda istiyor. Buralarda daha fazla görünmemelisin çünkü her taraf rusların muhbirleriyle kaynıyor” dediler. Bana bir zarf uzattılar. İçini açtığımda dayımın el yazısının olduğu bir mektup çıktı. Mektupta ” KORKMA HER ŞEYİ GÖREN BİR GÖZ VAR ” yazıyordu. Dayımın el yazmasını bildiğim için hiç itiraz etmeden onlara ” Hadi gidelim” dedim. Şehrin içinde biraz yürüdükten sonra pazar yerine girdik. Orada bir araç vardı ona bindik. Kimse konuşmuyordu, hafiften paniklemeye başlamıştım. Dağlara doğru gidiyorduk derken toprak bir yola girdik. Dolambaçlı yollardan geçerek tepelerin ardına gizlenmiş bir kampa ulaştık. Araçtan indik ve beni doğruca bir eve götürdüler. Asame ve Şah kapıda bekledi, beni içeri soktular. Orada ihtiyar bir adam oturuyordu. Bu ihtiyar afganların ruhani lideri Emrullah Yusuf Sazam’dı. Bana nasıl olduğumu sorduktan sonra elimdeki bilgileri istedi. Ben ona elimdeki haritayı verdim ve yaşadıklarımı anlattım. Esir kamplarının yerlerini, yolları, dağları, rus kamplarını, herşeyi anlattım. Yanıma kadar geldi, beni alnımdan öptü, ” Dayın ve tüm masumlar seninle gurur duyuyor. Mednan seni buraya göndermekle çok iyi bir iş yaptı. Allah ondan razı olsun” dedi. Daha sonra bu ihtiyar Asame’yi çağırdı elindeki haritayı ve ihtiyara yazdığım tüm bilgileri ona verdi. Asame oradan Şah’la beraber ayrıldılar. Ardından ben müsaade isteyerek odadan çıktım. Kampı dolaştım, yemek falan yedim. Akşama doğru Şah ve Asame geri geldi. Üçümüz beraber ihtiyarın odasına girdik. Orada operasyon planları vardı. Gece kamplara baskın düzenlenecek ve esirler kurtarılacaktı. İhtiyar bana ” Sen Asame’yle gideceksin. Dayın da ben de böyle istiyoruz. Merak etme seni geride tutacağız birşey olmasına izin vermeyiz. Sen çok önemlisin. Büyük plandaki yerin çok önemli.” dedi.
Cemil bir an duraksadı. Kendini dikkatle dinleyenlere baktı, sigarasından bir nefes çektikten sonra devam edecekken Binbaşı Nigel araya atıldı;
– Ya senin bu dayın biraz manyak galiba.. İnsan hiç yeğeninin böyle birşeyde yer almasını kabul eder mi ?
– Ben Afganistan’a gelmeden herşeyi konuştuk Binbaşı. Gönüllü oldum bu işe. Herşeyin farkındayım.
Şah ve Asame çok sessiz bir şekilde Cemil’i dinlerken Binbaşı’nın araya girmesine bozuldular. Asame biraz sesli bir şekilde ” La havle vela kuvvete ” dedi. Cemil’le göz göze gelen Asame sustu ve Cemil kaldığı yerden devam etti;
– Operasyon gecesi herkes yerlerini aldı. Şah’ın işaretiyle gerillalar çok seri ve şiddetli bir şekilde kampa saldırdılar. Ben böyle birşey görmedim hayatımda. Silah sesleri, vurulanlar, patlamalar. Öyle filmlerdeki gibi değilmiş anladım. Tabi ben bunları geriden seyrederken bir yandan da Şah ve Asame’yi kaybetmemeye çalışıyordum. Etraf resmen mahşer gibiydi. Bir ara gözüme iki kişi takıldı, yavaşça Şah’ın bulunduğu tarafa gidiyorlardı. Rus gibiydiler karanlıktan tam emin olamadım ve ben de onlara doğru koşmaya başladım. Allah’a çok şükür ki sporu seviyorum, o saat nasıl olduysa da bayağı bir hızlı koşmuşum.. Biraz daha yakınlaşınca Şah’ın arkasındakilerin Rus askeri olduğunu gördüm. Hemen çantamdan General Zakarov’un hediye ettiği tabancayı çıkarıp hayatımda ilk defa ateş ettim. Sonuç olarak o iki askeri yaraladım, silah seslerine irkilen Şah ve Asame gerisini hallettiler.
Yüzbaşı araya girdi;
– Yani hayatlarını kurtardın..
– Hayır yüzbaşı birbirimizin hayatlarını kurtardık. O iki askerin biraz daha gerisinde biri daha varmış ben göremedim. O bana ateş etti fakat kurşun kolumu sıyırdı. Asame’de ona ateş etti ama adamı vuramadı, kaçtı şerefsiz…
– Peki hepsi bu kadar mı ? Hem bizim operasyon daha manyaktı. 15 kişilik bir ekiple 120 kadar rus kekliğini avladık. Hem de nasıl avlama..
– Binbaşı Nigel sizin neler yaptığınızdan ve neler yapabileceğinizden haberim var, aslında o yüzden de buraya hepinizi topladım. Şimdi gelelim Yüzbaşı James nasıl kurtuldu.
– Evet nasıl kurtuldu bu bizim Mösyö James ?
– Operasyon bittikten sonra tekrar yaşlı adamın bulunduğu karargaha gittik. İhtiyar bizi kapıda karşıladı. Dördümüz beraber odaya girdik. İhtiyar önce hepimize teşşekür etti sonra da bana dönerek ” Artık buralarda kalamazsın. O rus generali bize bilgilerin senden geldiğini anlamıştır. Gördükleri yerde seni alacaklar. Artık seni daha güvenli bir yere göndermemiz gerekiyor. İşini orada yapmaya devam edeceksin” dedi. Ben neler olduğunu tam anlamıyla çözemeden, aynı gece sabaha karşı apar topar Asame ve bir kaç adam eşliğinde atlarla yola çıktım. Yaklaşık 3 saat süren bir yolculuktan sonra Pamir Dağları’nın eteklerine geldik. Yakınlarda iki üç köy vardı, Asame öndeydi bir anda durdu. Biz de durduk. Attan inen Asame beni yanına çağırdı. Yanına gittiğimde çantasından bir harita çıkardı, ” bu yolu izleyerek haritada işaretli bulunan yere gideceksin. Seni orada bir adam bekleyecek. Kim olduğunu ve seni benim gönderdiğimi söyle, gerisini de o adama bırak. Hiçbirşey konuşma ve güvende olacağın yere kadar etrafını iyi izle. Senin gözlerin Allah vergisi, yoksa bizi o gece kimse kurtaramazdı. Sana borçluyum kardeşim, Allah’a emanet ol. Yolumuz yine kesişecek İnşallah” dedi ve bana sarıldı, hem de sıkıca. İki gündür tek kelime etmeyen adam bana duygusal bir konuşma yapmıştı ve sarılmıştı, gerçekten garip bir adamsın Asame.. Ben de onlarla vedalaştıktan sonra dediği gibi yaptım ve en sonunda kendimi Yüzbaşı James’in karargahında buldum.
Yüzbaşı James birden konuştu;
– İlk geldiğinde seni tanımıyordum Cemil, ve ne yalan söyleyeyim senden hiç hoşlanmamıştım. Bana senin kim olduğun bilgisi gelmişti, yani dayının bilgisi. Ben eğitmek ve savaşmak için buradaydım bir de senin gibi şımarık zengin çocuklarına bebek bakıcılığı mı yapacaktım ? Yani öyle düşünüyordum. Ta ki o lanet olası geceye kadar..
Asame ve Şah sessizce konuşulanları dinliyordu. Binbaşı her zamanki gibi araya girdi;
– Eh en sonunda gerçek hikayeye geldik..
– Anlamıyorsun binbaşı, herşey olaylar zincirinin bir bütünü. Herşeyi anlatmam lazım ki siz de anlayasınız. Bu insanları nereden tanıyorum, ne işim var, bunları bilmeniz lazım.
– Tamam Cemil sen devam et ben Binbaşı’yı sustururum.
– Tamam Yüzbaşı.. Bundan yaklaşık 3 hafta önce, o kadar oldu değil mi yüzbaşı ? 3 hafta kadar önce yine bir karargahın içinde ve yine kapısı açık bir odanın önünden geçerken yine ” Tesadüf ” eseri bir operasyon planlamasını gördüm. Bu sefer binbaşı Nigel’de olduğu gibi kapıda beklemedim içeri girdim. Beni gördünüz ama hiç oralı olmadınız Yüzbaşı, hatta yüzünüzü bile ekşittiniz ” S.ktir git buradan” dermiş gibi. Ben odadakilere bakarken bir anda size bilgileri veren gerilla kılıklı herif dikkatimi çekti. Bu adam benim “tesadüfen” oradan geçerken Binbaşı Nigel’in odasında gördüğüm, General Zakharov’un da yanındayken “tesadüf” eseri gözüme çarpan ve Zakarov’un ” yakaladığımız bir afgan gerillası, sorgulama için getirdiler” dediği adamdı.
Binbaşı Nigel bir anda olduğu yerden kalktı ve bağırdı;
– oh mon dieu, bak sen şu ” Tesadüfeeee” !
Cemil kaldığı yerden devam etti;
– işte binbaşı ben bu durumdan biraz şüphelendim, kafamda bazı sorular vardı. Ya bu adam gerçekten rusların elinden kurtulmuştu ve gelip size gerçekten yardım ediyordu ya da bu adam rusların muhbiriydi. Cebimden çıkardığım not defterine adamın resmini çizdim. Oradan ayrılıp bir telefon etmem gerektiğini söyledim ama sen yine o bok suratınla bana sanki ” S.ktir git defol ” dermiş gibi baktın. Arkama adamlarını da taktın ama birşey çıkmadı değil mi ? Ben ata atladığım gibi tüm gücümle Asame’nin beni bıraktığı yere kadar geldim, hafızam sağolsun gerisini de buldum. Asame’lerin kampına geldiğimde beni tanıdıkları için doğruca ihtiyar liderlerinin yanına götürdüler. Ardından Şah Esud girdi içeri. Onlara elimdeki çizdiğim resmi gösterdim ve Yüzbaşı James’in karargahında duyduklarımı anlattım. Resmi gören Şah’ın yüzü değişti. ” Bu şerefsizi arıyorduk kaç zamandır, onu bulursam kafasını keseceğim. Bu it herif yüzünden arkadaşlarım öldü!! ” dedi. İhtiyar liderleri Emrullah Şah’a en iyi adamlarını alıp hemen yola çıkmalarını ve o muhbiri yakalayıp buraya getirmelerini söyledi. Ben askerlere ne olacağını, onları da kurtarmamız gerektiğini sordum, hatta ısrar ettim. Şah ilk önce ” Boşver onları nasılsa Amerikalı, hiçbir faydaları yok” dedi. Fakat Emrullah bana dönerek ” Seni koruyan onlar, seni onların yanına dayın göndermemizi istedi.. Evet onları da kurtaramalıyız, biz müslümanız Esud, bize el uzatanları yarı yolda bırakmayız. Onları da kurtaracaksın yoksa sana hakkımı helal etmem !! ” dedi. Şah ilk önce biraz bozuldu fakat verilen emri yerine getirmek için adamlarını topladı ve hep beraber yola çıktık. Kampa geldiğimizde muhbir hala daha oradaydı. Şah onu bir güzel sopaladı ve Yüzbaşı James’in yerini öğrendi. Ondan sonrası bildiğiniz gibi işte.. Herşey bir tesadüfle başladı ve bir tesadüfle bitti.
Yüzbaşı James Cemil konuşurken bir sigara daha yakmıştı fakat elindeki sigarayı içmeden sigara bitti. Yüzü biraz üzgün görünüyordu. Aklında ölen ekip arkadaşları vardı. ” Keşke ben de o gün ölseydim ” diye düşündü içinden. O esnada binbaşı Nigel araya girdi;
– Çok enteresan bir hikaye Cemil. Sen ne acayip bir adamsın..
– LAnet olası ruslar hepinizi geberteceğim !! diye bağırdı Yüzbaşı birden.
– Sakin ol yüzbaşı, hani sana demiştim ya sana bir hediyem var, işte bunun için herkes burada toplandı..
– Cemil sen ne diyorsun anlamıyorum, bugün benim doğum günüm değil. Afgan pastası mı yapacaksınız bana ?
– Hayır yüzbaşı, biliyorum bugün doğum günün değil ama bugün intikam günün olacak !!
– Nasıl yani ?
– Bu gece sana arkadaşlarının katili General Vladimir Zakarov’u vereceğim..
– Oh mon dieu, sen ciddi misin Cemil ? dedi Binbaşı.
– Evet efendim, çok ciddiyim. Bu yüzden Yüzbaşı James’e rus konvoyunun geçeceği yerin bilgisini ulaştırdım. Ulaştıramadığım daha doğrusu son anda öğrendiğim şeyse Zakarov’un da o konvoyda olacağıydı. Onu da bana arkadaşlarım Şah Esud ve Asame bildirdiler. Gelip bizimle beraber bir operasyon planı yapmak istediler. Tüm gücümüzle saldırıp bu işi bitirmemiz gerekiyor..
O anda herkes birbirine baktı. Küçük bir sessizlik oldu ortamda. Sonra Yüzbaşı James konuşmaya başladı;
– E tamam o zaman ne duruyoruz, hadi yapalım şu planı!
– İşte bu, işte bu !!! Voila voila !! diye bağırdı binbaşı.
Cemil, Yüzbaşı James, Binbaşı Nigel, Asame ve Şah masanın etrafında toplandılar ve harita üzerinde planlarını yaptılar. O gece gerçekten büyük bir operasyon yapıldı ve General Zakarov öldürüldü.. Fakat bu iş oradaki beşlinin ne ilk ne de son defa bir araya gelmesiydi….
3 Eylül Saat 19:30.. Paris.. Nigel Heart anılarında yolculuk yaparken çalan telefonun sesiyle kendine geldi. Telefonda arayan eski yüzbaşı, Washington Post’un bir süredir dış ilişkiler biriminin başında olan James Hunt’tı ;
– Alo Nigel, olanları duydun mu ?
– Evet James, bu iş çok fena oldu.. Ama ben ona gitmemesini söylemiştim.
– Nigel başka ne döyledin ona ?
– Ailesinin de başının belada olabileceğini ve elindeki şeylerin kopyasını bana göndermesini.
– Kardeşi öldürüldü Nigel, hem de ailesiyle beraber, çok feci şekilde..
– James sen ne diyorsun ?
– Nigel galiba bizim de başımız belada… Sana gönderdi mi peki elindekileri ?
– Hayır gelmedi.
– Ben sevgilisiyle konuştum. Hatta ilk önce durumu bana haber verdi. Ona bazı şeyler sordum ama Cemil’in işlerine onu karıştırmadığını söyledi.
– James basına sen mi sızdırdın Cemil’in haberini ?
– Hayır Nigel, ben Merve’den haberi alınca önce bir araştırmak istedim. Bazı bağlantılarımı kullanarak araştırma yaptım. Evet televizyondaki haberler doğru ama ben haber vermedim.
– Peki kim haber verdi o zaman ? Sevgilisi mi ?
– Bilmiyorum Nigel, inan bana bilmiyorum. Arıyorum ama telefona da bakmıyor şimdi. Başına birşey gelmesinden korkuyorum Nigel..
– Oh mon dieu, oh mon dieu.. Neler oluyor James ?
– Bilmiyorum eski dostum, tek bildiğim ortada dönen bir durum var ve yolun sonu hiç iyi görünmüyor… Peki bildiğin kadarıyla bizden başka Cemil’in çalışmalarını bilen biri var mıydı ?
– Evet vardı, hatta ben onu ta…. Neyse James telefonlarımız dinleniyor olabilir. Bunu yüz yüze konuşalım.. Eski yerimizde buluşalım. Beni geldiğinde haberdar et.
– Tamam Nigel.. Dikkatli ol lütfen, bu iş çok ciddi..
– Biliyorum James, sen de dikkatli ol eski dostum.
– Mr. Bıçakcı hayatta olsaydı bize bir çıkar yol gösterirdi.
– Evet Mösyö Bıçakcı yaşasaydı bunlar zaten başımıza gelmezdi.. Bu iş zaten biraz da Cemil’in intikam hırsı yüzünden oldu..
– Zaten herşey Mr. Bıçakcı’nın ölmesiyle başlamadı mı Nigel ? O öldükten sonra bütün düzen değişti. Dünya için önemli bir adamdı o. Yanlış tanıdılar onu hem de çok yanlış.
– Böyle olmak zorundaydı ama biliyorsun..
– Biliyorum Nigel, çok şey biliyorum. Ama şu anda konumuz bu değil. Kendine dikkat et eski dostum ve beni geldiğinde haberdar et..
– Tamam dostum.. Sen de dikkatli ol lütfen..
Nigel telefonu kapattı ve eşyalarını toplamaya başladı. O esnada Nigel’in evinin karşı tarafında bir siyah van araba duruyordu. Vanın içindeki adamlardan biri telefonda başka biriyle konuşmaktaydı;
– Evet efendim… Az önce Amerikalı’yla konuştular. Hayır efendim ellerinde birşey yok ama olabilecek birini tanıyor bu Fransız.. Evet efendim takipteyiz, diğer adamla buluşur buluşmaz hepsini indireceğiz…… Anlaşıldı efendim..
( Devamı gelecek bölümde)