Cemil Yüzbaşı James’in elindeki sigarayı aldı, bir nefes çekti ve anlatmaya başladı;
– Herşey aslında bir tesadüfle başladı. Ben Yüzbaşı’nın yanına gönderilmeden önce bir hafta sizin de görev yaptığınız Lashkar şehrindeydim Binbaşı Nigel. Hatta bulunduğunuz gizli karargaha bile geldim, sizi dahi gördüm.
Binbaşı Nigel hemen araya girdi;
– Bu nasıl olur ama.. Orası çok gizli bir yer ve herkes bilmiyor.. Sen gerçekten bizim oraya girmiş olamazsın. Şu yanındaki Amerikalı bile orayı bilmiyor sen nasıl girdin ?
– Bekle Nigel adam anlatsın..
– Bak şimdi merak ettim, kimsin sen Cemil ? Gerçekten bir gazeteci misin yoksa gazeteci kılığında bir ajan mısın ? Çabuk söyle !!!
– Sakin ol Binbaşı sakin ol, bırakırsan adamı anlatacak işte !!!
– Tamam yüzbaşı tamam, ama bu işin sonunda şüphelenirsem bu adamın başına kurşunu sıkarım. Hatta gerekirse senin de !!
– Sen bir dinle ondan sonra ne istersen yaparsın. Hadi Cemil sen anlatmaya devam et.
Ve Cemil tekrardan anlatmaya başladı;
– Bak binbaşı, bildiğiniz gibi benim dayım Mednan Bıçakcı büyük bir silah tüccarı. Annem öldükten sonra dayım benimle ilgilendi. Sen bilmiyorsun ama ben babamı hiç tanımadım. Beni okutan da bana iş bulan da benim dayım. Yani bir nevi babam gibiydi. Buraya geliş sebebim de o aslında.
Binbaşı tekrar araya girdi ;
– İnsan hiç kendi öz yeğenini ateşin içine atar mı ? Nasıl bir dayı bu ?
– Size dayımla olan ilişkimi ve buraya neden gönderildiğimi daha sonra anlatırım. Ama bırak da şu hikayeyi anlatayım istersen..
Yüzbaşı James Cemil’in konuşmasını kesti ;
– Cidden Cemil, binbaşı haklı bu konuda. İnsan kendi öz yeğenini böyle yerlere gönderir mi ? Hakikaten sizin dayınızla aranızda ne var, bana da anlatmadın hala..
– Bakın herşeyi zamanı geldiğinde anlatacağım ama isterseniz şu olayı bir bitireyim.
Yüzbaşı ve Binbaşı ikisi birden ;
– Tamam tamam, öyle olsun.. Sen devam et.
– Her neyse binbaşı, ben sizin karargahınıza yani NATO’nun o çok gizli (!!!) karargahına geldiğim gün, etrafı gezerken hararetli konuşma sesleri duydum. Bil bakalım bu sesler kimindi ? Sizin binbaşı, hep böyle yüksek sesle konuşuyorsunuz demek ki.
– Benim kulağımın birinde yüksek derecede işitme kaybı var Cemil, bir operasyonda yanımda bomba patladı. O yüzden böyle konuşuyorum.
– Anladım binbaşı, neyse devam edeyim… Siz ekibinizle bir toplantı yapıyordunuz. Hiç unutmam, kapı açıktı ve 5 veya 6 komandoyla beraber bir tane adamın etrafında toplanmış onu dinliyordunuz. Adam sizin gibi biri değildi. Gerilla giyinişliydi. Siz beni görmediniz ama ben hepinizi izledim. Hafızam iyidir bu konuda.
– O bize bilgi sağlayan muhbirlerden biriydi.
– İsmi neydi binbaşı ?
– Halid Al Sayyam.
– Peki sizi tuzağa düşüren muhbirin adı neydi Yüzbaşı ?
– Velid Al Hayyam.
– Oh mon dieu ( Fransızca aman tanrım demek)
– Peki o geceki operasyon noldu binbaşı ?
– Son anda iptal edildi. Operasyon yapacağımız Rus karargahı bizden habersiz, beraber hareket etmemiz gereken Afgan gerillaları tarafından erken baskına uğramış fakat pusuya düşürülmüşler. Hepsi öldürülmüş. Biz de iptal ettik.
– Yüzbaşı buradan ne anladın sen ?
– Sanki bu durum bana tanıdık geliyor..( Gülerek ) Hmmm enteresan.
– Evet olanları duymuştum binbaşı. O gece ben sizin karargahınızda kaldım ve sesinize şükürler olsun ki hiç uyuyamadım. Afgan gerillaların öldüğünü haber aldığınızda çıldırmıştınız, dağıtmadık yer bırakmamıştınız. Kendi kendinize fransızca ” kim, kim bizi sattı, kim bizi sattı, onu geberteceğim !! ” diye bağırıyordunuz.
– Sen fransızca biliyor musun Cemil ?
– Birkaç tane dil biliyorum binbaşı.. Eh işte 6 – 7 kadar.. Neyse ben devam edeyim, ertesi gün ben karargahınızdan civarda bulunan rus esir kamplarını görmek ve fotoğraf çekmek için ayrıldım. Gazeteye bir haber göndermem gerekiyordu. Dayımdan dolayı hem afgan gerillalarının arasına hem de işgal altındaki yerlere girebiliyordum. Sizin yanınızdan ayrıldıktan sonra bir köye geldim. Burası rusların kontrolündeydi, aslında bir nevi esir kampıydı. Köyün girişinde rus nöbetçiler beni durdurdu, aşağıya indirdiler. Basın kartım boynumda olmasına rağmen beni yaka paça tutup karargahlarına götürdüler. Ruslar telsizden ” birisini yakaladık, üstünde gazeteci kartı var, ne yapalım komutanım ” diye anons geçtiler. Cevaben ” onu benim yanıma getirin kimmiş öğrenelim ” diye bir anons geldi. Beni hemen yakındaki karargaha götürüp bir odanın içine bıraktılar. Biraz bekledikten sonra komutanları geldi. Karşıma oturdu ve bana ” Dayın nasıl Cemil, buralar çok tehlikeli ne arıyorsun burada ? ” diye sordu. Ben de ” Dayım iyidir efendim, size onu nereden tanıdığınız sormayacağım. Ben savaş muhabiriyim buraya gönüllü geldim efendim. Birkaç gün daha buralardayım, fotoğraflar çekip geri döneceğim” dedim. O da bana ” Dayın seni çok seviyor Cemil, bence buralarda fazla durma. Hatta bugün ayrıl. Ortalık çok sıcak ve sana birşey olmasını istemezsin değil mi ? ” dedi. Ben de ” evet biliyorum, zaten bu son haberim olacak. Etraf düşündüğümden de tehlikeli. Afganlar tam bir barbar ve rezil bir millet. Canımı zor kurtardım onlardan, dayımın tanıdıkları olmasa beni keseceklerdi. ” dedim. Rus komutan ” bak işte bu konuda haklısın. Barbar ve reziller. Herkes senin kadar şanlı değil Cemil. Tanrıya şükür ki şu anda bizim kontrolümüzdeki yerlerdesin. Bak sana bir iyilik yapacağım ama karşılığında da sen bana. Ama önce bana buralarda ne aradığını anlatacaksın “dedi. Ben de ona dış dünyadaki algılanan savaşın ve rusların zalim olduğu düşüncesini bir nevi kırabilmek için civardaki esir kamplarının durumlarını araştırıyor olduğumu, dayımın bu yüzden beni buraya gönderdiğini söyledim. Komutan bana ” bizler zalim insanlar değiliz değil mi ? Dayın akıllı ve güçlü bir adam Cemil, onun ne yapmaya çalıştığını anlıyorum. O bizim yanımızda, sen de bizim yanımızda gibisin. Şimdi ben seni yanında iki adamımla beraber esir kamplarına göndereceğim. Oradaki esirlerin ne kadar iyi(!!) şartlar altında tutulduğunu yazan bir haber yapacaksın, o haberi de yayınlanmadan önce bana göstereceksin değil mi Cemil ? ” dedi. Ben de ” zaten bunun için buraya gönderildim. Dayımın sözünden dışarı çıkamam ” dedim. O da bana ” Çıkmazsan iyi edersin. Senden isteyeceğim iyilik şu. Bu işler bittikten sonra dayınla görüştüğünde ona benim ne kadar sana yardımcı olduğumu, seni koruduğumu anlatacaksın. Anlaştık mı ? ” dedi. Ben de başımla onayladım.
Binbaşı Nigel araya girdi ;
– Peki kimdi bu komutan ?
– Binbaşı istersen bitireyim, çok uzun bir hikaye bu.
– Tamam tamam devam et.
– Komutan benimle beraber odadan çıktı. Kendi odasının önünden geçerken kapı açıktı. İşte orada birini gördüm. Hani size karargahta bilgi veren adam var ya, onu gördüm. Yüzü gözü kanlar içindeydi. Zannettim ki ruslar bu adamı yakalamışlar, içimden ” zavallı adam ölecek..Allah yardımcısı olsun” diye düşündüm. Hani şüphelenmedim gerçekten ama komutana kim olduğunu da sormadan edemedim. Komutan bana o adamın bir afgan gerillası olduğunu ve sorgulama için getirildiğini söyledi. Sonra komutanla beraber kapının önüne çıktık. Komutan iki adamını çağırdı ve onlara bana eşlik etmelerini, işim bitince beni sağ salim geri buraya yanına getirmelerini emretti. Ben askeri jipe binmeden önce komutanın ismini sordum.
Yüzbaşı James o anda mırıldandı;
– İşte geliyooooorr…
Binbaşı araya girdi ;
– Kimdi bu komutan Cemil ?
– Komutan bana ismini “General Vladimir Zakarov” olduğunu söyledi. Rus İşgal Kuvvetleri komutanı ünlü psikopat ” Vladimir Zakarov ” !!!
– Oh mon dieu !! Oh mon dieu !!
Yüzbaşı James gülerek ;
– Noldu binbaşı, tanrıya inanmazdın.. Bir anda tanrıyı çağırmaya başladın..
– Yüzbaşı, o adamı canlı görüp de canlı kalan çok az insan var. Sen gerçekten çok çok şanslıymışsın Cemil. Dayın gerçekten güçlü bir adammış ki o psikopat bile sana dokunmamış !!!
– Evet biliyorum, dayım farklı bir adam. Zaten size onunla olan olayımı da anlatacağım ama Binbaşı Nigel şimdi konumuz bu değil.
– Sen anlatmaya devam et Mösyö Cemil.
Ve Cemil kaldığı yerden devam etti;
– Ben generalin ismini duyduğumda ufak bir korku hissettim. Daha doğrusu eğer yaptığım haberi beğenmezse bana ne olur diye düşündüm. Bir yandan generalin odasında gördüğüm adam için de üzüldüm. Acaba o adama kim bilir neler yapacaklardı.. Halbuki o sadece milletinin kurtuluşu için savaşan bir adamdı. Yani en azından öyle zannediyordum ama olaylar farklıymış.
Binbaşı yine araya girdi;
– Peki sonra ne oldu Mösyö Cemil ?
– Ne olacak, ben ve iki asker civardaki bir kaç esir kampına gittik. Orada fotoğraflar çektim. İnanın bana oradakilerin hali içler acısıydı. Bokların içinde uyuyorlar, günde bir dilim ekmek yiyorlardı. Gerçekten içim acıdı dostlarım. Ama gerçek amacıma ulaşmıştım. Size dedim ya benim hafızam iyidir hatta çok nadirdir. Fotoğrafik hafıza denilen lanet birşey var bende. Gördüğüm hiçbirşeyi unutmam. Dayımın beni buraya gönderme sebeplerinden biri de buydu işte. Savaş bölgelerinde, hele ki özellikle rusların olduğu yerlerde öyle gizli çekimler, kamera falan olmaz. Adamı s.kerler. Ben dayımın da nüfuzunu ve desteğini kullanarak bu gibi yerlere girecektim, esir kamplarına, her ayrıntıyı ve detayı aklıma kazıyıp sonra karşı istihbarat sağlayıp esirlerin kurtarılmasına yardımcı olacaktım. Velhasıl, ben her türlü giriş çıkış yollarını, dağları tepeleri ve lokasyonları öğrendim. Yalandan bir haber yazdım ve türlü fotoğraflar çektim. Akşam üstü tekrardan generalin yanına geldim. ona haberi ve fotoğrafları gösterdim. Yaptığım haberi beğendi, hatta bana bir silah bile hediye etti, işte burada.
Cemil çantasından çıkardığı tabancayı binbaşı Nigel’a gösterdi.
– Vay anasını Cemil !! Bu bir Colt M1911- A1 45 kalibre. Dostum bu bir servet !! Mösyö Cemil bunu bana versene, s’il vous plait, s’il vous plait ( Fransızca lütfen demek)
– Tabii binbaşı Nigel neden olmasın, ben silahları sevmem zaten. Alın sizin olsun.
– Oh merci beaucoup, merci-beaucoup mösyö Cemil. Şu anda kalbimi feth ettiniz.
Yüzbaşı araya girdi;
– Mr. Çatalcı daha yeni tanıdığın bir adama çok değerli bir hediye veriyorsun, peki ben istediğimde neden vermedin ?
– Yüzbaşı James size daha değerli bir hediyem olacak ama bekleyiniz biraz, şu hikayeyi bitireyim.
Binbaşı Nigel yüzbaşıya döndü ve hafif kızarak söylendi ;
– Bırak da bitirsin James, bu saatten sonra bana kırmızı başlıklı kızı da anlatsa sıkıntı yok..
Ve Cemil tekrar anlatmaya başladı;
– General Zakarov köyün girişine kadar eşlik etti. Orada kendi aracıma bindim, tam hareket edecekken bana bir harita verdi. ” Bak şimdi geldiğin yoldan gitme, bu barbarlar seni kesin takip etmiştir ve yüzde yüz on yolunu kesecekler. Bu verdiğim haritadaki işaretli yoldan git. Seni güvenli bir şekilde geldiğin yere Lashkar’a götürecek. Bu yol bizim de kullandığımız güvenli ve gizli bir yol. Yol kenarındaki tepelerde adamlarım var, senin geçişini haber verdim bir sıkıntı olmayacak. Ve son birşey; dayına benden bahsetmeyi unutma sakın ! ” dedi general. Kendisine teşekkür ettim ve yola çıktım. O generalin verdiği haritayı takip ederek geri şehre döndüm. Ve o harita bilin bakalım ne işe yaradı binbaşı Nigel ?
Binbaşı Nigel hayretler içerisinde sordu ;
– Yoksaa.. O harita “O” harita mıydı ?
– Evet “O” haritaydı.. Sizin ve afganların büyük kurtarma operasyonunuzun haritasıydı.
– Peki Cemil, “O” haritanın yanında bize gelen el yazısı bilgiler de senin miydi ?
– Evet benimdi binbaşı..
Binbaşı Nigel Yüzbaşı James’e döndü ve ikisi göz göze geldiler. Yüzbaşı James’in yüzünde pis bir tebessüm vardı;
– Sana demiştim Nigel, sana demiştim..
– Mösyö Cemil, daha artık hiçbirşey anlatmanıza gerek yok. Size güveniyorum.
– Binbaşı daha yeni başladık, biraz sabret ve kim olduğunu anla bu adamın. Neden ona bu kadar güvendiğimi anlamalısın.
– Peki, tamam. Dinliyorum.
Cemil konuşmasına devam etti;
– Şehre geri döndüğümde beni direnişin liderlerinden ve Yüzbaşı James’in hayatını kurtaran Şah Mahmud Esud karşıladı. Yanlarında iki kişi daha vardı. Direniş’in ruhani liderlerinden Emrullah Yusuf Sazam ve öğrencisi Asame Bin Maden. Hani şu yüzbaşı James’in de öğrencilerinden Asame Bin Maden, gerilla komutanı.
Binbaşı Nigel yine araya girdi;
– Vay anasını.. Sen bu kadar insanı nereden tanıyorsun Cemil ? Nasıl ilişkiler içerisindesin ? Neyse bu konuyu sonra konuşuruz da, Yüzbaşı James Asame Bin Maden senin nereden öğrencin oluyor ? Duyduğuma göre rusların korkulu rüyalarından biriymiş o.
Yüzbaşı konuşmaya başladı;
– Evet Asame’yi buraya ilk geldiğimde eğitmiştim. Ailesi varlıklı bir aile ve üslerimle tıpkı Cemil’in dayısı gibi iyi ilişkiler içerisindeler. Kendisi buraya Büyük Kral Emirliği’nden gönüllü olarak geldi, ailesinden kaçtı. Durumu öğrenen ailesi onun bir zarar görmesini istemediği için önce bir arama ekibi kuruldu. Onu buldular ve benim yanıma verildi. Gerçekten zeki ve kabiliyetli biriydi ama çok konuşmazdı. Öğrettiğim herşey çabucak kavradı ve bir gün ortadan kayboldu. Onun yüzünden başım büyük belaya giriyordu. Neyse ki onun haberini aldık, Emrullah Yusuf’un yanındaymış ve gerçekten iyi işler çıkarıyor şimdilerde. O tam bir hayalet.
Cemil konuşmaya kaldığı yerden devam etti;
– Evet yüzbaşı o tam bir hayalet ya da ruslar için karabasan. Gerçekten iyi eğitmişsin onu. Herneyse beni şehrin kapısında karşılayan grupla beraber o gün elimdeki bilgileri paylaştım. Sonra zaten herşey Binbaşı Nigel’in komutasındaki ekibe iletildi. Afganlar Asame Bin Maden’in liderliğinde, Nato’nun özel ekibi de Binbaşı Nigel’in liderliğinde ” Büyük Kurtarma Operasyonu”nu gerçekleştirdiler. Yaklaşık 600 kadar afgan svaşcı kurtarıldı ve 2 tane kamp imha edildi. Afganlar bir kampı Binbaşı’nın ekibi de diğer kampı yok etti.
Binbaşı Nigel yüzünde gurulu bir gülümsemeyle araya girdi;
– Evet ne geceydi ama, çok uzun ve sıcak bir geceydi. Görmeliydin James, lanet olası ruslar tavuklar gibi kaçışıyordu. Hahahaha, işte operasyon dediğin böyle olur.
Yüzbaşı James hemen atıldı;
– Peh, sen daha operasyon görmemişsin.
Cemil tekrardan konuşmaya başladı;
– Seni bilmiyorum yüzbaşı ama ben hayatımda hiç böyle şeylere şahit olmamıştım..
– Sen de mi oradaydın Cemil ?
Binbaşı araya girdi ;
– Benimle değildi.
– Hayır ben Asame’yle beraberdim.
Yüzbaşı şaşkın bir şekilde;
– Bak şu işe, bana bunu anlatmamıştın.
– Ben sana seninle ilgili olan hikayeyi anlattım, ama görüyorum ki “Ünlü Binbaşı Nigel Heart”ın çoğu şeyden haberi yokmuş. Hatta ” Yüzbaşı Çakal James Hunt”ın bile bazı şeylerden haberi yokmuş. Siz istihbaratçılar herşeyi bildiğiniz zannediyorsunuz ama bilmiyorsunuz..İsterseniz ikinize de o gece olanları anlatabilirim.
İkis birden;
– Anlat bakalım sayın ” Gazeteci Cemil Çatalcı”. Eğer tabii gerçekten gazeteciysen.
– Tamam o zaman dinleyin. Hem bana bir soru sormuştun Binbaşı ” bu kadar adamı nereden tanıyorsun ” diye.. Onun da cevabını almış olursun.
Yüzbaşı James Cemil’e bir sigara uzattı ve ekledi;
– Açıkcası ben de merak etmiştim. Şah Mahmud Esud’u nereden tanıyordun. Bana anlattığında dayımın bir arkadaşı demiştin. Bende zannettim ki o gece benim kurtarılmam bir nevi dayın yüzünden ve onun yeğeni olmandan kaynaklanıyordu. Dostum Cemil, sen bana herşeyi anlatmamışsın anlaşılan…
– Şimdi anlatıyorum işte, çünkü biliyorum ki hala daha benimle ilgili şüpheleriniz var, özellikle Binbaşı’nın. Ama size bu akşam herşeyi anlatacağım hatta şahitlerimi bile getirdim.
O anda üçünün bulunduğu yere iki adam girdi.. Binbaşı ve yüzbaşı girenleri görünce birbirlerine döndüler ve ikisi birden şunu söylediler; ” Hadi be !!! ”
Girenler Asame Bin Maden ve Şah Mahmud Esud’du…
( Devamı gelecek bölümde)