İnsan, ömrünün her noktasında bir çok soruyla yüz yüze gelir. Bazılarını kendine sormaktan kaçınır çünkü cevapları bellidir. Kimi sorular, hayata sorulur, kimileri sevgiliye. Çoğunlukla da kendine. Bazı sorularının cevapları, atacağı adımları belirler, bazıları ise cevabından kaçınılan sorulardır. Can yakar, acıtır, ağlatır.
Bazı şeyler, sorularla başlar. İnsanın hayatı sorularla başlar ve kısır bir döngüde devam eder. Bazen insan saçmalar ve bazen biteceğini bildiği şeylere başlar. Biteceğini bildiği şeylere bir soru sorarak başlar.
“Benimle olur musun?” der sevdiği kadına ve bir aşka başlar. İkisi de çok iyi bilir ki bitmeyecek aşk yoktur. Varsa da masallardadır. Bitince hangisi yıkılır ya da taş üstünde taş kalır mı ikisi de bilemez elbet. Belki de ikisi de bu soruya cevap arar.
“Sizinle çalışabilir miyim?” der ve bir işe başlar. O işten bir gün çıkacağını yahut atılacağını bildiği halde. Belki de hangisinin olacağının merakından başlar işe. İnsan meraklıdır. Avına odaklanmış bir hayvandaki dikkat kadar merak vardır insanda.
Tüm bu karmaşada insan, yalnızca bir soruyu kulak ardı eder. Çünkü cevaplamaktan sonsuza dek kaçar, reddeder.
“Öleceğini bile bile neden yaşarsın bunca karmaşayı? Neden soluk almaya devam edersin şu an bile? Yarın ya da elli yıl sonra öleceğini bilirken, güzel şeyler yapmak için çabalamanın nedeni nedir? Gerek var mıdır bunca çabaya? Aşka, iş fırsatlarına?”
İnsan bu soruya ne derse desin, cevabını asla kendisi de bilemez. Yalnızca tahmin eder, ister.
İnsan işte. Söylesenize hangi işine akıl erer?