(SPOİLER İÇERİR)
Korku, bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir duygudur. Korkunun her insanda bir yeri vardır. Korktukları şey, sonucu insandan insana değişir belki ama her insan tadar bu duyguyu. Kiminde pişmanlıkla, kiminde öfkeyle, kiminde ise bir rahatlamayla, huzurla sonuçlanır korku. İşte başkarakterimiz Irene Wagner de bu korku denilen duygunun içinde sıkışıp kalmış durumda.
Irene Wagner sekiz senedir çok başarılı bir avukat olan Fritz evlidir ve iki çocuk annesidir. Rahat, lüks, burjuva hayatı yaşayan Irene, bu tekdüze hayatından sıkılmış ve monoton burjuva hayatını genç bir piyanist olan Eduard ile renklendirmek istemiştir. Bu renkli macera Irene için Eduard’ın eski kız arkadaşı olduğunu öğrendiği kadının onu tehdit etmesine kadar devam eder.
Irene bir gün yine Eduard’ın evinden çıkmaya hazırlanıyordu.Tabi her Edruard’ın evinden çıktığı zaman, o içini kemiren korku tekrar tüm vücudunu ve beynini ele geçirmişti. Bu zamana kadar başına hiçbir şey gelmese de elinde olmadan korkuya kapılıyordu. Yine kimsenin onu tanıması için yüzünde taktığı siyah kalın tülü vardı. Tam binadan çıkıp sokağa adım atacakken Eduard’ın eski kız arkadaşı, Irene’yi yakalar ve onu tehdit etmeye başlar. Irene bu kadının para istediğini anlar, çantasındaki tüm parayı kadına verir ve hemen oradan uzaklaşır. Kadının onu takip etmediğini bildiğini ve yüzündeki kalın tülden dolayı tanıyamadığını düşünüp içini bir nebze de olsa rahatlamaya çalışsa da korku içini kemirir durur. Günlerce evinden çıkmayan Irene çok gergin ve huzursuz olur. Tabi Irene’nin bu durumunu evdeki mürebbiyeler, yardımcılar, eşi Fritz ve hatta çocukları bile fark eder. Irene artık Eduard’la görüşememe kararı alır ve ona bir mektup yazar ardından onla pastane de buluşur. Eduard’a şantajcı kadından bahsetmeyip onunla görüşmeyeceğini söyler ve oradan ayrılır. Evine doğru yol alırken tekrar şantajcı kadını görür. Şantajcı, Irene’ye onu pastanede Eduard’la gördüğünü söyler ve tekrar tehditler savurur. Irene bu seferlikte para vererek kadından kurtulmayı başarır. Tekrar eve kapanır bu günden sonra. Tabi yine üstünde evdeki herkesin gözünü üstünden hisseder. Eşi Fritz bu durumdan şüphelenir ve Irene’ye eğer bir derdi ya da bir sakladığı varsa kendisine söylemesini söyler, ısrar eder. Ancak Irene’den hiçbir cevap alamaz. Bu olaylardan farklı bir şekilde Irene bir olayın farkına varmıştı. Bu zamana kadar gezi, alışveriş, konser, tiyatro, dernek, Eduard derken çocuklarıyla ve eviyle hiç ilgilenmemişti. Çocuklarıyla ilgilenmek istediğinde çocuklar ondan uzaklaşıyor ve sıkılıyordu. Eviyle ilgilenmek istediğinde ise yardımcılar bu bizim işimiz deyip Irene’yi uzaklaştırıyordu. Şantajcı kadın Irene’nin evine bir postacı gönderip ondan para istemeye başlar. Bu para gün geçtikçe artmaya başlarken, Irene’nin korkusu artmaya başlar çünkü bu şantajcı kadın hem evini, hem adını öğrenmiş, üstelik istediği parayı arttırmaya başlamıştı. Ya bir gün bu parayı ödeyemezsem diye endişeleniyordu.
Bir gün Irene odasındayken aşağıdan sesler duyuyordu. Aşağı indiğinde küçük kızının ağladığını, oğlunu ise babasının kucağında gördü. Bu durum Irene’yi kıskandırmıştı. Neden çocuklar sorunlarını benimle değil de babalarıyla çözüyor diye söyleniyordu. Irene bu olaylardan önceden uzak durduğu için hoşnut olsa da şimdi hiç de öyle hissetmiyordu. Küçük kızı, halasının abisine hediye ettiği küçük tahta atı kıskanmış ve kırıp şömineye atmıştır. Bu tahta at ise önceki gün evde her yerde aranıyordu. Küçük kız ise bu durumda kırdığı atın ortaya çıkmasından korkup duruyordu ancak bugün her şey ortaya çıkmıştı. Babası Fritz kızına bu olay için eğlenceye gitmeme cezası vermişti. Irene, bu cezanın gereksiz olduğunu, kızını biraz anlamasını ve acımasını Fritz’e söyleyince Fritz, küçük kızına acımadığını, asıl onun şimdi mutlu ve rahat olduğunu çünkü dünden bugüne kadar her dakika atın bulunacağı korkusuyla yaşıyor ve huzursuzlanıyordu cevabını verdi.
“Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.”(syf 45)
Kocası Fritz kızının durumunu araya koyup, hatta ne de olsa kızının korkusunu yendiğini, ders çıkardığını söyleyip cezasını kaldırıp Irene’ye bir takım imalarda bulunup Irene’yle konuşmak istese de Irene buna yanaşmadı.
“Belki de… Utançların en büyüğü… İnsanın kendine en yakın bildiği kimselere karşı duyduğu utançtır.”(syf 47)
Bir gün şantajcı kadın bu Irene’nin evine gelip kira parasını ister ancak Irene de o kadar para yoktur. Korktuğu başına gelmiştir. Buna karşılık yüzüğünü rehin verir. Aradan iki gğn geçer ve artık Fritz durumu anlamadan o yüzüğü almalıdır. Şantajcı kadını nerde aradıysa bulamaz. Ve korku tüm bedeni tekrar hapseder. En sonunda Euard’ın evine gidip o kadının adresini almaya gider. Her şeyi Eduard’a anlatıp kadının adresini isteyince, Eduard hiçbir zaman öyle bir kadın olmadığını kendisini kandırdığını söyler. Irene dolandırıldığını düşünür, yüzüğü alamayacağını ve her şeyin bittiğini söyleyip bir eczaneye gider. Aklında ilaç alıp intihar etmek vardır. Tam ilaçları alıcakken eşi Fritz bir anda çıkıp Irene’yi oradan çıkartıp eve götürür. Birlikte odalarına çıktıktan sonra Fritz Irene’ye “birbirimize daha ne kadar işkence edeceği der.” Irene bunun üstüne yaşadığı tüm korku, pişmanlık, gerginlik üzerine dayanamaz aniden boşalır, çığlıklar atarak ağlamaya başlar.
“İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.”(syf 45)
Fritz, Irene’ye her şeyin kendisinin planladığının, şantajcı kadının kendisinin tuttuğunun, her şeyi kendisine ve çocuklarına bağlanması için yaptığını söyler. Onu sakinleştirir.
Irene ertesi sabah daha huzurlu, rahat uyanmıştı. Şimdi her şey daha netti, her şeyi çözüp anlamıştı. Yan odadan gülüşme sesleri duyuyordu. Ve o an oğlunun sesinin nasıl da babasının sesine benzediğini fark etti.
“İçinde hala acıyan bir yer vardı, ama iyi şeyler vaat eden bir acıydı bu, tamamen kapanmadan önce kabuk tutarken yanan yaralar gibi sıcak, ama yumuşak bir acı.”(syf70)