Babam ”yakında kaçıcağız Türkiye’ye merak etmeyin” diyor.
Bomba sesleri kulağımı sağır edercesine bir bir düşüyor evimizin yakınlarına. Babam gündüzleri zar zor ekmek bulup sağ salim dönüyor evine. Annem her çıkışında bir dua ederek yolluyor onu dışarı.”Büyükler kendi hırsları doğrultusunda karar vermişler savaşmaya” diyor babam. Biz basit bir halkız onlar karşısında. ”Bu savaşın ortasında ya öleceğiz ya da sağ kalacağız diyor” anneme, kapı arkasından anladığım kadarıyla.
Ben tek çoçuğum başka kardeşim yok. Tam tamına 5 yaşındayım. Geçen seneki doğum günümü yine silah sesleri arasında kutladım kendi içimde. Savaşın sesi müziğim oldu bu topraklarda. Belki bizler lanetlendik burada bir kapana kısılmışcasına.”Türkiye’de bunların hiç biri yok” diyor babam. ”Orası neresi” diyorum.”Çok yakınımızda çok yakınımızda” diyor saçımı okşayarak. Kafamı kaldırıp yüzüne doğru bakıyorum. Yüzünde beni sağ salim buralardan götürmek isteyen kararlı bir düşünce var. Kılıma zarar gelmesini istemeyen hissiyatı içinde biryer de onu yiyip bitiriyor. En kötüsüde hiç bir şey yapamamak onun için bu savaşın ortasında. Hergün dua ediyor Allah’a çoluğumuz çocuğumuz var onları bağışla diye. Gözyaşı akmıyor yanaklarından belkide ama içine doğru akan yaşları var. Evin içinde getirdiiği ekmeği almaya koşuyorum hemen yanına. ”Dışarısı nasıl” diyorum sitemli bir şekilde. ”Biryer de savaş varsa orası daima kötüdür” oğlum diyor. Yaşım büyük olsa bu lafını derinlemesine hissedip ağlardım, ama gülüp geçinmekle yetiniyorum 5 yaşımdaki halimle. Annem başörtüsünü takmıyor artık evde. Evin içinde bir o yana bir bu yana koşuşturuyor, dualar ediyor, camdan dışarı bakıyor uzaktaki bombaların etkisiyle oluşan toz toprak görüntülerine doğru. O pek konuşmuyor bu savaştan beri. Ağlayıp da durmuyor karşımda. Aslında hiç birşey yapmıyor. Sadece yanına gittiğimde nefes aldığını hissedebiliyorum. Sarılıyor bana sıkıcasına. Galiba sevginin göstergelerinden biride sarılmak. Bunu idrak ediyorum bu yaşımda. Eğer bende birini seversem ilerde ona bol bol sarılıcam. Savaş olmayan bir yerde sevdiklerimle bol bol onlara sarılır vaziyette yaşamak istiyorum. Babam yaptığı planları anneme anlatıyor.
” Türkiye bizleri sığınmacı olarak kabul edecekmiş sınırı geçtiğimiz vakitte bizim için yapılan kamplarda kalacakmışız. Oraya geçtiğimiz zaman geriye bir daha bakmak zorunda kalmayacağız. Bütün bu savaşı arkamızda bırakmış şekilde kaçıp bir daha gelmemecesine gideceğiz buradan. Orada bakarız bir şekilde başımızın çaresine. Savaş olmasın da her türlü yaşar gideriz bir şekilde” diyor anneme. Annem uzun bir süre sonra konuşmaya başlıyor babamla dışarıyı izler vaziyette.
”Orada ne yeriz ne içeriz. Hem buradan nasıl gideceğiz ya yolda başımıza bir şey gelirse. Bizi boşver de oğlumuzun başına bir şey gelirse ne olacak. O daha 5 yaşında. Bizi kim alacak buradan. Hem Türkiye bizi niye kabul etsin ? ”
”Edecekler koskoca ülke açıklama yaptı. Burada kalıp her saniye kafamıza bomba düştü mü düşecek mi diye beklemektense risk almaya değer. Ben artık burada çok sıkıldım. Şu çocuğun hayatını kurtaralım bari. Orada okula da gider. Böyle cahil kalmaz. Ne olacak böyle her gün evde. Kim bilir bu savaş ne zaman bitecek. Bu riski kendimiz için olmasada onun için almalıyız” Annem sadece ”sen bilirsin” cevabıyla yanıtlıyor babamı gözü dışarıdaki bombanın yarattığı toz toprağı izleyer vaziyette. Bir gece sabaha karşı kapımız çalınıyor ısrarlı bir şekilde. ”Bavulunuzu alın gidiyoruz Türkiye’ye bizi bir araba bırakacak sınıra oradan gireceğiz diyor” babamın erkek kardeşi kucağında bir çocuk kapımıza dayanmış bir vaziyette gecenin körünün sabaha yakın olduğu vakitlerde. Babam uykulu ifadeyle ”bizim bavulumuz falan yok” diyor.
Yola koyuluyoruz brandalı bir kamyonun sırtında. Babam gülümsüyor yüzüme bakarak. Bense ne olduğunu anlamayan bir vaziyette anlamsız bir ifadeyle bakıyorum onun yüzüne. Annem huzursuz yolda başımıza bir şey gelecek diye. Bu işe tek sevinen babam gibi gözüküyor şu dakikalarda. Babamın erkek kardeşide var yanımızda iki çocuğu ve bir karısıyla. Türkiye sınırına yaklaşınca bir sürü eli bavullu insan görüyoruz kendi ırkımızdan gümrük kapısının önünde. Bir açıklama yapılıyor sabahleyin ülkeye alımlar başlayacak diye. Buradan kampa götürülecekmişiz. Annemin yüzü bir an gülümser gibi oluyor Türkiye sınırlarına kadar gelmemizle birlikte. Babam yanaklarımdan öpüyor bu anonsla. Sonunda kampa ulaşıp savaştan uzak yeni evimize kavuşuyoruz. Kamp ağzına kadar insanla dolu. Herkes ülkemizdeki savaşı konuşuyor kampta liderleri suçlarcasına. Bense savaş sesinin olmadığı hayatıma alışmaya çalışıyorum. Annem etrafı yabancı gözlerle süzüyor. Babamın yüzünde ufak bir gülümseme beni de gülümsemeye itiyor. Bizim evde olduğumuz zamanlarda babam ekmek almaya diye çıkıp bizim buraya gelmemiz için bütün ayarlamaları yapmış meğersem. Annemin bile bundan pek haberi yoktu. Belki de ona endişelendiği için pek bir şey söylemiyordu. Ülkemizdeki savaş bitene kadar Türkiye bizi misafir edecekmiş. Ama savaşın ne zaman biteceği belli olmazmış. Bütün savaşlar böyleymiş. Ertesi gün kamptan kaçanların olduğu haberi geliyor. Kaçan insanlar büyük şehirlere para kazanmak için gidiyormuş. Ama çalışma izinleri yokmuş Türkiye’de. Ya kaçak çalışırlarmış ya da dilencilik yaparlarmış büyük şehirlerde. Babama da amcam ”iş bulursun büyük şehirde bak biz de kaçalım” diyor. Babam oralı olmuyor bunun kanunsal açıdan olmayacağını biliyor. İstanbul diye bir şehir varmış kampta herkes ondan bahsediyor. Büyük binalar varmış. Bir sürü araba varmış. Deniz varmış.20 milyona yakın insan yaşıyormuş üstünde. Burada herkesin işi varmış öyle diyor amcam. ”Buraya gitsek rahat hayat yaşarız çocuğuda okula verirsin” diyor sürekli babama.
Babam bu düşüncenin mantıksız olduğun yineliyor her defasında. Burada yemek var yatacak yer var gitmenin ne manası var der gibi bakıyor erkek kardeşinin suratına. Bir sabah uyandığımız da babam amcamı bulamıyor kampta. Gecenin bir köründe kamptan kaçanların olduğu haberiyle durumu anlıyor babam. ”Bu kesin bu İstanbul denilen yere gitti” diyor kendi kendine. Zaman burada savaşsız kansız ilerliyordu. Kamp şartları mükemmel olmasa da savaş seslerinin olmayışına şükretmeliydik.