insanoğlu çok garip.. çeşitli duygular, hisler, insanlar, yaşanan anılar bittikten sonra bir çeşit takıntıya dönüşüyor. takıntılar, bizi sanki bir kelepçe edasıyla hayattan, insanlardan, kısacası her şeyden mahrum bırakıyor. şu kısacık yaşantımızda gençlik dediğimiz altın çağımızı anahtarı olmayan bir kelepçe ile yaşıyoruz. aslında yaşamıyoruz da adını yaşamak koymuşuz kendimizi kandırıp inandırmaya çalışıyoruz… yersen. can dostum olan bir insan şöyle bir şey demişti bana ”takıntılar yerdeki muz kabuklarına benzer. tam kalktım bu sefer oldu dersin ayağına takılır düşürürler seni.” sırf bu yüzden takılıyoruz, düşüyoruz, yeri geliyor kalkıyoruz da tekrar düştükten sonra kalkmanın ne anlamı var ama değil mi dostlarım? bu hayatta benim gibi insanlar ne kadar kalktım yürüyorum deselerde inanmayın koşu bandı gibi oldukları yerde adeta geçmişlerini yaşıyorlar… geleceğe umutla bakmak, sevmek, sevilmek saçma bizler için. geçmişimizden ne kadar istesekte kurtulamayız çünkü, biz hapsolmuşuz dostlarım, hepimizde birer kelepçe… kendi koğuşunda, kendinle savaşında başarılar.