İnsan hayatının hep inişli çıkışlı olduğunu, yaşam amacının bazen yalnızca hayatta kalabilmek ve bir parça ekmek bulmak olduğunu, öyle ki insan, yaşarken bir ölüden farksız olduğunu ne derece anlayabilirdi?
Bir nefes için, bir tutam ruhunun hazzı için, Yaradan için, fıtratından gelen bir parça umut için tutunursun hayata. Ölüm… Her zaman bir nefes uzağındadır. Bazen hissedersin, yanından geçip gitmiş ama seni es geçmiş. Bilirsin… Bir gün seni almak için de gelecektir. Korkuna yenik düşmemek için hayata tutunmaya çalışırsın. İşte, yaşamaya dair içindeki o minicik kırıntı seni ayakta tutar. Ölüm söz konusu olduğunda sevgi denen duygu yok olup bulutlara karışır. Çünkü ruhun da bulutlara karışmak için can atıyordur. Ruhun gerçek hayatta acı çekmesi büyük bir ızdıraptır. Bir an önce huzura kavuşmak ister. Huzuru, umudu, mutluluğu öylesine arar ki.. Nerede acaba diye bakmadığı yer altı kalmamıştır. Onu bulmuştur. Bulunca da hep kovalar. Ah.. Bir sevgili misali yarini kovalar durur…
Bir piyanistin yaşamını anlatan bu film ruhumu derinden etkiledi. Bir müzisyenin, bedeni sağlam da olsa hasta da olsa ruhunun hep yaralı olduğunu gördüm. O konuşmasa da duygularının tercümanı benim zihnimde canlanıyordu. Eğer hikayenin kahramanı karşımda duruyor olsaydı ona şu soruları sorardım: Seni hayatta tutan o umut neydi? Yıllar geçmesine ve acıların üst üste bindiği o dönemde hafızanın piyano notlarını canlı tutmasının sebebi neydi? Tutku mu? İşini sevgiyle yapan bir adam, ruhunu ancak bu denli güzel doyurabilirdi.
Eşref-i mahlukat dediğimiz yaratılanların en şereflisi sıfatını hak eden bir varlığın canını bu denli değersiz kılan neydi? İnsanın içindeki düşmanlık mı? Savaş, kötülük, hırs, makam, güç elde etmek bir başka insanı değersiz görmeye hak kazandırmamalıydı. Küçük bir kısmını kullanabildiğimiz aklımızla, uydurduğumuz diller, ırklar, renkler, ayrımlar ne denli bu kadar bizi ele geçirdi? Vicdanımız dilsiz, biz sağır..
Hayatta doğumundan ölümüne kadar insan rezil de oluyor vezir de. Böyle zamanlarda bu dünyada neden yaşadığını bilmeli, ona göre adım atmalı. Yoksa sıradanlık vasfını bir palto gibi üzerimizde taşırız. Hislerimi, yaşananlardan seksen yıl sonra dile getiriyorum. Zamanlarımız farklı olabilir, ama hissettiklerimiz aynı. Kalplerimiz ve vicdanlarımız bir. Ve en önemlisi ben senim, sen bensin. İnsan olduğumuzu, nereden geldiğimizi, neden yaşadığımızı ve nereye gideceğimizi canlı bir çiçek misali hep taze tutalım, işte o zaman yolumuzu kaybetmeyiz.