Geçen gün gazetede bir haber çıktı karşımda. Adam karısını her zamanki gibi dövdüğünü ancak bu kez ölüverdiğini söylüyordu. Trajikomik değil mi? Çok acı ve gerçek.
Toplumumuzda kadın olmak bundan ibarettir işte. Hak ve özgürlüklerini nasıl elinden alıyorlarsa, yaşamını dahi çalabilirler senden. Kaderin çoktan çizilmiştir ve senin payına susmak, ezilmek, dayak yemek düşmüştür. Ölümün senin elinde değildir, bir erile bağlısındır çünkü.
Beauvoir’in dediği gibi“Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuş gelecektir.” Böylece onlara düşen çocuk doğurmak, kocasının dizleri dibinde oturmak ve hayata gün boyu yemek pişirdiği mutfağın penceresinden bakmaktır.
“Erkekler sadece kendileri için yaşarlar, oysa kadınlar bütün bir hayattan sorumludur” (Simon de Beauvoir) Gerek Türk toplumunda gerek öteki ataerkil toplumlarda kadının büyük sorumlulukları vardır. Ve bundandır büyük sorunları olması. Onlara çizdiğimiz sınırlar, dayattığımız kurallar… Sanki toplumun etik kuralları sadece kadınlar için geçerlidir. Kadın güçsüzdür ya hani, onu cezalandırmak kolaydır. Oysa bizlere düşen kadınları bu sınır ve kurallarla yargılamak olmamalı.Aksine kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için eğitmeliyiz. Eğitim almalarına, kendilerini geliştirmelerine fırsat tanımalı ve kendi kararlarını vermelerine engel olmamalıyız. Zaten her şeyin bilincinde olan bir kadının haksızlığa karşı başkaldırmasına kim engel olabilir ki?
En büyük hatamızdır onların cahil kalmasına göz yummak. Ne olursa olsun kadın cehaletle savaşmalı. Önce kendi içinde bulunduğu cehaleti yenmeli ki haksızlığın, eşitsizliğin karşısında dimdik dursun. İnsanlığın kurtulması Adil Volkan hocamızın dediği gibi kız çocuklarının okutulmasıyla olacaktır. Töre kavgalarından, işçilikten, sömürülmekten uzaklara götürmeli, cehaletin pençesinden çekip almalıyız onları.
İnanıyorum ki kadın gerçek bir “birey” olarak kendi hayatını çizdikçe, adları gazetelerin üçüncü sayfalarından silinecek.