Tehlikeli bir yalnızlığın pençesindeyim üstad!
Şarkılarla kavga edişim ve aynadaki benle saatlerce sohbetim bundandır.
Geceyi ve karanlığı sokak sokak ezberleyişim…
Mum ışığında yazılmış bir roman ya da bir aşığın sevgilisine yazdığı şiir olsaydım eğer üç noktalar olurudu her satırın sonunda.
Eğer ağzımızdan çıkan kelimeler boşlukta kaybolmasaydı ve telaffuz edişimizle bir vücut kazansalardı insanlar bunu fark edebilirlerdi.
İnsanlar fark etmiyorlar,insanlar görmüyor ve duymuyorlar!
Ne başkalarını dinliyorlar ne de kendi iç seslerini!
Bu gürültü fazla değil mi üstad?
Biraz kulak verseler sessizliğin çığlıklarına…
Çaylarına şeker diye sükut karıştırsalar…
Gölgeler kadar sessiz bir yer olsaydı dünya, pamuk şekerin pembesi olurdu şarkılar.
Belki de kelimeler için örülmüş bir duvardır dişlerimiz
Ağzımızdaki duvarlar, kafamızın içindekiler kadar sağlam olsaydı ya!
Gözü yaşlı çocuklar gibi temiz kalsın istedim kalbim. En kaliteli çamaşır suyuyla yıkadım her sabah. Laf- ı güzaf ile bitecek cümlerle kirlenmesin diye yüreğim, girmiyorum koyu (!) muhabbetlere. İşte böyle böyle alıştım yalnızlığa.
Velhasıl;
Duanın sonundaki “amin” idim. Beddua zannettiler. Üstüne de “konuş” diye direttiler.
Ben
susmuyorum
ki
üstad,
içimden
konuşuyorum!!!