Genç kadın Üniversite’nin koridorlarında heyecanla yürüyordu. Bir yandan sınava gireceği amfiyi ararken diğer yandan yaşadığı anın tadını çıkarıyordu. Yıllar sonra olmuştu işte ‘Üniversite kapısından içeri girmiş, bu havayı teneffüs edebilmişti nihayet’. Amfiden içeri girince heyecanı bir kat daha arttı. Alçaktan yükseğe doğru sıralanmış masaları hep dizilerde sinemalarda görmüştü. Ama şimdi geçicide olsa bu masalara oturabilecekti. İçinde ukde kalmış bir özlemi kısa da olsa giderecekti.
Hayat ona adil davransaydı birçoğu için çok normal bir durum için bu kadar ulaşılmaz bir duyguyu ve heyecanı hissetmeyecekti belki de. Ve gözünden yaşlar akmayacaktı içten içe içlenerek. Gelin görün ki bu gerçekti, yani yaşadığı bu an. Geri döndüremeyeceği yıllar canını çok yakıyordu. Kim bilir dedi genç kadın kim bilir her şey zamanında olsaydı şuan nasılda farklı olacaktı hayatı.
Beyninde bu düşünceler dönüp dolaşırken kendini sınavına doğru dürüst veremedi. Bir soru çözüp başını kaldırıyor amfinin camlarına bakıyordu. Çocuk gibiydi adeta. Sanki yeni okula başlamış gibiydi. Heyecanı bunun hakkını veriyordu.
Amfinin camlarında birden kendi yansımanı gördü. Ya da hayal etti. Karışıktı duyguları neyi görüp neyi hayal ettiğini seçemese de neyi hissettiğini çok iyi biliyordu. Açıktan da olsa Üniversite de olmak, Üniversiteli olmak bu önemliydi. Ve o zoru başarmıştı.
Çünkü etrafındaki her şey Üniversiteye gitmemesi için karşı çıkmıştı. Ailesi ne işin var Üniversitede derken, ‘Devlet baba da senin başın kapalı, sen bu görüntünle bu kapıdan içeri giremezsin’ yasağını getirmişti. Dolayısıyla gençlik yıllarında hangi biriyle savaşacağını bilememiş, girdiği her savaşta mağlup ayrılmıştı. Bir yandan kızlar okumaz zihniyeti, diğer yandan başı kapalılar ilticacıdır zihniyeti bütün gücünü alıp tüketmişti. Yazık olmuştu, hem de çok yazık.
‘Oysa şuan birçok genç bunun kıymetini bilemeyecek kadar hoyrat davranıyordu sahip olduklarına’.
Yıllar sonra bu fırsatı yakaladığında şu soruyu sormadan edemiyordu. Ey kör zihniyet; ‘madem kızlar okumaz diyordunuz şimdi torunlarınız neden okuyor. Madem başı kapalılar ilticacı diyordunuz neden şimdi okuyabiliyorlar’. Evet, bir şeyler değişmişti. İyi de olmuştu. Sözde Demokrasi anlayışı değişmişti. Artık gerçek Demokrasi gelmişti. Kimsenin kimseden üstün olmadığı anlaşılmış, yaşam tercihi ne olursa olsun insanlar dışlanmıyordu artık. Sorun tam anlamıyla çözülemese de büyük bir ölçüde bizler bu ayıbımızı örtmeye başarmıştık. ‘Umarım ki bundan sonra tam anlamıyla daha özgürlükçü bir toplum oluruz ve farkındalıklarımızın bize kattığı zenginliklerin kıymetini bilebiliriz’.
Ama yine de genç kadının içi rahat değildi. Kendini düşündü, bu ve buna benzer sebeplerle okula gidemeyen, okullardan atılan, baskı gören, başını açmaları için ikna odalarına alınıp ikna edilmeye çalışılan öğrencileri düşündü. Onlara ne olmuştu acaba? Mutlular mıydı şimdi? Çoğu bıraktı okulu. Bazıları başını açıp okuluna devam etti. Kimisi de zaten hiç gönderilmemişti. İçi acıdı tekrar. İsyan etti. Bir insanın eğitim hakkının elinden alınması hangi demokrasinin ve özgürlükçü düşüncenin bir hareketi olabilirdi.
Yok, yere onca insanın hayatını mahvettiler. Onca kör zihniyete ‘bakın siz haklısınız kız kısmının ne işi var okulda hele de başı kapalıysa dedirterek’ destek oldular. Düşünce göçüne sebebiyet verdiler, geleceğin eğitimli insanları evlerine kapattılar. Kadının ezilmesine ve şiddet görmesine davetiye çıkardılar. Ve bu genç kızlar hayatta öğrenilmesi gereken en önemli şeyin kaderine razı gelmek olduğu gerçeğini bir kez daha akıllarına kazıdılar.
Yazık olmuştu. Genç kadının gözünden bir iki damla yaş daha süzüldü. Ruhunun ve bedeninin yorgunluğunu fark etti. Kalemi bıraktı. Ayağa kalktı. Camın önünde nefis İstanbul manzarasını izlerken bir yandan da düşünüyordu. ‘İyi ki de vazgeçmemişti, vazgeçmek demek ölmek demekti onun için’. Yüzündeki tebessümü camdaki yansımasından gördü. Yine de mutluydu, yine de umutluydu…