Şu kahrolası nöbetler ne erken geliyor anlamıyorum doğrusu daha geçen ay tam dört kez nöbet tutmuştum. Bu geceyi yine karakolda geçirmek zorundayım. Oysa şimdi eşim ve çocuklarımı alıp havanın bu ılık esintisinde dışarıda gezinmeyi ne çok isterdim. Yaz aylarının ılık akşam esintisi günün tüm yorgunluğunu alacak kadar cömertken benim bu davete eşlik edememem gerçekten çok can sıkıcıydı. Neyse ki en azından sessiz bir gece diye düşündüm. Telsizin bu kadar uzun süre sessizlik içinde kalması gerçekten bana huzur veriyordu. Karakolda ki sessizliği bozmak isteyen tek şey kahrolası televizyondu, bu aptal kutunun insanları bu denli etkilemesi gerçekten takdire şayan bir olaydı. Allah kahretsin bu gece yine maç var sanırım. Oldum olası nefret etmişimdir şu futboldan, hani bazen bu konuda erkek türünün ender örneklerinden biri olduğumu düşünüyorum. Karakolda da sanırım bu durumdan rahatsızlık duyan tek kişi bendim. Herkes hoşnutluk içinde televizyon karşısında ki yerini almış, koltukların yönü çoktan ayarlanmış, ellerinde bir dizine iddia kuponları maç keyfi çoktan başlamıştı. Onların bu zevkine eşlik edemeyecek kadar ortamın havasından o kadar uzaktım ki, bu havayı solumamak için oraya ait olmadığımı düşünmem yeterliydi. Bu düşüncelerle tam kapıya yönelmiştim ki telsizin sesi benim orada kalmam gerektiğini haber verir cinstendi. İlk anons televizyonun yüksek sesine yenik düşmüş olsa da ikinci anons nihayet anlaşılmıştı. Bir cinayet. Sanırım maç keyfi burada son bulmuştu. Böyle bir durumda kim o aptal kutunun büyüsüne kapılabilirdi ki. Çok uzun sürmedi olay yerine varmamız. Tabi bizden önce orada yerini alan insanları da unutmamak gerekir. Bunlar her zaman bir polisten daha erken davranan olay yerine ulaşmayı kendine vazife edinmiş merak duygusunun cazibesine kapılmış konu komşu diye tabir edilen olay mahallinin olmazsa olmazları da oradaydı elbet. Bu insan kalabalığını aşmak zor olsa da nihayet meraklı bakışların arasından sıyrılarak güçlüklede olsa olay mahalline girdik. Yerde bir ceset yüzükoyun yatıyor, tahmini yirmili yaşlarda genç bir erkek cesedi. Yanı başında bir ekmek bıçağı, odanın sağ köşesinde yerde oturmuş dizlerini karnına çekmiş başını dizlerinin arasına saklamış genç bir kız. Onun başının etrafına toplanmış bir grup insan, uzun sakallı bir adam, iki erkek daha orta yaşlarda ve olgun bir kadın. Yaşlı adam tarafından savrulan bir kaç tekme ve küfürler diğerlerinin şaşkınlığı ve korkusu bir araya karışmış. Her zaman olmasa da daha önceleri de tanık olduğum tipik olay yeri mahalli. Gecenin karanlığını bozan halinin üzerindeki kızıllık ve herkesten uzakta odaya girme cesaretini gösterememiş ya da orda olması engellenmiş bir bayan daha yüzünü kapatan kara çarşaf bedenini de aynı görev doğrultusunda kapladığı için tam olarak yaşını kestirmek güçtü. Olay yerini başka bir ekibe bırakarak faili alıp oradan meraklı bakışlar arasından uzaklaştık. Daha biz kapıda yeni belirmişti ki dedikodu seli almış başını gidiyordu. Genç kıza bakan şaşkın bakışlar ve olaya kanaat getirmeye çalışan insan seli bu tabloyu görebilmek için bir birinin omuzları üzerinde yükseliyor ve aynı zamanda yanındakini bilgilendirici açıklama yapmayı da ihmal etmiyordu. E nihayetinde karakola geldik. … Öykünün selameti açısından ben burada itibaren size veda ediyorum, öykünün devamını karakterlerin kendi konuşmalarından okuyacaksınız.
Polis memuru S: “Adınız nedir söyler misiniz?”
Elbette efendim, adım Hümeyra.
Polis memuru S: “Pekâlâ, Hümeyra öldürdüğün şahsı tanıyor musun ?”
Elbette tanıyorum efendim amcamın oğlu Salih.
Polis memuru S:” Peki neden öldürdün Salih’i anlatır mısın ?”
Nerden başlayacağımı bilmiyorum efendim.
Polis memuru S: “O zaman en baştan anlatmayı dene, acele etme her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlat.”
Eh pekâlâ o halde. Salih amcamın en büyük oğlu, bizim iki sokak aşağımızda oturuyorlar. Evleri yakındır bize. Bu yüzden sık sık gelir gider. Günün hiç ummadığınız her hangi bir anında çat kapı geliverir. Benden iki yaş büyüktür efendim, ben yirmi bir yaşındayım oda yirmi üçünde. Aramızda ki yaş farkının az olmasına rağmen her daim abi diye hitap etmişimdir ona, ver her zamanda öyle görmüşümdür kendisini. Gelgelelim Salih için durum böyle değil, ne yazık ki hiç bir zaman aramızdaki bu mesafe sınırını bir türlü kabul edememiş bu sınırı aşmak veya ortadan kaldırmak adına her türlü yola başvurmayı kendine meziyet edinmiştir. Bizim eve bu kadar sık girip çıkması beni her zaman tedirgin etmiştir. Çünkü hem bakışları hem de davranışları ile onun kötü bir niyete sahip olduğunu anlamanız çok güç değildir. Ne yazık ki bunu bizim evde anlayan tek insan bendim. Belki diğerleri de anlıyorlardı, yani annem ve babam. Kız kardeşim için aynı şeyi söyleyemem. Onun hiç bir şeyden haberi olmadığını düşünüyorum, o henüz çok küçük böyle kötü niyetli insanların farkına varabilecek bir yaşta değil. Babamla amcam uzun zamandan beri konuşmazlar. Aslında küs falan değiller. Yıllar önce dedemden kalma bir kaç parça tarla yüzünden babamla tartışmışlar, küsmeseler bile eskisi kadarda birbirlerine karşı samimi bir hava içinde de olmamışlardır. Bu yüzden amcamlar bize sık gidip gelmezler. Tabi Salih hariç, o amcamların aksine her fırsatını bulur bulmaz bizim evde kendini gösterir. Babamın amcamla olan bu mesafeli ilişkisinden Salih’e hiç bir pay düşmemişti. Belki bir erkek oğlu olmadığından dolayı, belki kardeşi ile olan bu husumetini oğluna karşıda sürdürmek istemeyişinden dolayı asla ona karşı bir soğukluk göstermediği gibi haddinden fazla ilgi ve alaka gösteriyordu. Salih de bundan yüz bularak kendi evinden daha çok bizim evde zaman geçirir olmuştu. İnsan akrabalarının eve gelip gitmesinde hiç bir sakınca görmez, yetişkin bir kızı dahi olsa. Birçok aile bundan dolayı aklına herhangi bir kötü düşünce getirmez, bunda herhangi bir art niyet aramaz. Bu durum benim ailem içinde söz konusu. Bugün olan şeyin, yani işlemiş olduğum cinayetin aslında izleri yıllar öncesine dayanıyor. Ben oldum olası hiç bir zaman sevmedim onu, bana karşı hep art niyet beslediğini de biliyordum fakat bunu durduk yere kimseye anlatamazsınız. Salih bize gelip gittiği zamanlar sürekli benim odamda alıyordu soluğu, yanımda annem varken bile benim yanıma oturmayı, bana şakalar yapmayı, beni rahatsız etmeyi hiç çekinmeden sürdürüyordu. Çünkü benden başka hiç kimse ona tepki göstermiyordu. Zamanla bu ziyaretler daha çok sıklaştı. Öyle ki neredeyse bizi yakından tanımayan birileri olsa onun bizim evden biri olduğunu zannedebilirdi. Onun bu ziyaretleri sıklaştıkça bana karşı rahatsız edici tavırları da git gide çirkinleşiyordu. Bir keresinde onu banyoda çamaşır sepetimizi kurcalarken görmüştüm. Elinde bana ait olar bir iç çamaşırını tutuyordu. Hatta beni fark ettiğinde bu durumu hiç umursamayarak sırıtmayı ihmal etmedi. Bunu ilk başlarda anneme söyleyip söylememem konusunda çok tereddütte kalsam da bir daha tekrar etmemesini umarak herhangi bir şey söylemedim. Ama bu görüntü beni o kadar ürkütmüştü ki ona karşı bakışlarım iyiden iyiye değişmişti. Onun bu ziyaretlerindeki amacını artık iyice hissetmeye başlamıştım. Ben tüm bunların bir çılgınlıktan ibaret olup bununla kalacağını düşünürken Salih işi iyice ilerletti. Artık bana sözle tacize başlamıştı. Bir keresinde de mutfakta beni elle taciz etmeye kalkıştı. Ona bağırdım, bir anda bütün tüylerim diken diken oldu mutfağa gelen annem ne oldu diye sordu, o ise sırıtarak sadece sakalaşıyorduk deyip geçiştirdi. Ben bu durumun gidişatını hiç hayırlı görmediğim için o gittikten hemen sonra durumu anneme anlatmaya karar verdim. Ama sanırım asıl şoku burada yaşadım. Annem sanki tüm bu anlattıklarım sıradan bir olay, herkesin başına gelen ya da gelmesi muhtemelen bir durum gibi karşıladı. O an resmen başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü, ne diyeceğimi bilemedim. O ise bu durumu büyütmemem gerektiğini bundan kimseye bahsetmemem gerektiğini eğer söyleyecek olursam aile şerefimizin iki paralık olacağından bahsetti. Banyoda gördüğüm o iğrenç görüntü ve bana yaptığı tüm bu tacizler annem tarafından kapatılmak isteniyordu. Bana bu olayı unutmamı, üzerini örtmemi ve bu durumdan bir daha asla söz etmememi tembihlemişti. Hayatım boyunca anneme duyduğum saygı ve sevginin o an nasılda yok olduğunu hissettim. Artık bundan böyle ailem evde olmadığı zamanlar Salih gelse bile kapıyı açmıyordum. Bana öyle geliyordu ki bizim evi gizli gizli izliyor, evde kimse olmadığı zamanlar hayalet gibi bir anda kapıda beliriyordu. Israrla zili çalıp kapıyı zorluyor, evde olduğunu biliyorum açsana kapıyı diye seslenmesine rağmen asla kapıyı açmıyor o gidene kadar korku içinde bekliyordum. Yine böyle evde yalnız olduğum bir zaman ailem yeni çıkmıştı ki evden çok zaman geçmeden zil çaldı. Salih olduğunu biliyordum. Bu yüzden kapıya dahi yanaşmadım, neyse ki bu kez oda zili fazla ısrarlı çalmamış bir iki kez çalıp gitmişti, yani ben öyle umuyordum. Ta ki salonda birden onu görene dek neye uğradığımı şaşırdım. Bir anda şok olmuştum. Meğer Salih evin arkasından dolanıp balkondan atlayarak evin açık olan penceresinden içeri dalmış onunla orda öylece yüz yüze geldiğim an sinir krizi geçirecek gibi oldum. Onunla böyle karşılaşacağımı düşünmemiştim, ne yapacağımı bilemedim. Tüm vücudum titriyordu. Salih avına yaklaşmış bir avcı gibi bu fırsatı bir an önce zafere ulaştırmak için üzerime atladı. Avını gafil ve savunmasız yakalayan her avcı bu durumu bir an önce zafere ulaştırmak ister. Bu yüzden güçlü kolları ve bedeni altında bütün gövdemin ezildiğini hissedebiliyordum. Kemiklerim kırılacak kadar üzerimde bir baskı hissettim, bütün çırpınışlarım nafile. Bağırmayı düşündüm ama ağzımı elleri ile çoktan kapatmış sadece bir hayvan gibi kesik ve derin soluğunu suratımda hissediyordum. Hayatım boyunca sahip çıkıp koruduğum namusum, şerefim, onurum bir alçağın ayakları altında nasılda eziliyordu. Bütün bedenim titriyor kalbim hızlı çarpıyor benimdeki sıcaklık tüm vücuduma yayılıyor sonra daha sonra buz kesiyordu. Hırıltı sesleri kesildiğinde bu gece Salih’in kanının aktığı o halıda o gün benimde kanım vardı. Orda öylece uzunca bir süre yattım. O ise çoktan çıkıp gitmişti bile, geldiği yerin aksine kapıyı kullanmıştı. Kapının senini işittiğimde ancak o zaman hala nefes alıyor olabildiğimin farkına vardım. Bunca acı arasında hala nefes alabiliyordum. Soluduğum her nefeste bu iğrenç duyguyu tekrar yaşıyordum. Başımı ne yana çevirsem büyük bir utanç tablosu çarpıyordu gözüme. Bu tablodan daha rahatsız edici bir şey varsa oda hiç kuşkusuz büyük bir günah perdesi kaplıyordu bu tablonun üzerini. O an yaşamıma son vermeyi bile düşündüm. Sonra kendi canıma kıymanın vereceği utanç bu günahın önüne geçti. Kendimi kandıracak avutacak bir şeyler aradım ama ortalık güneşin ışığından o kadar yoksundu ki gecede değildi, karanlıkta yoktu, benim günahımı gizleyecek hiç bir şey yoktu ortada. Daha sonra ailem öğrendi olup bitenleri, daha doğrusu ben anlattım. Keşke anlatmasaydım. Çaresizlik her şeyi yaptırıyor insana, asla medet ummayacağın insanlardan medet umar hala geliyorsun. Onlar değil miydi ki bunu bu hale getiren, onların sessizliği, korkaklığı değil miydi? Yine de tüm bunlara rağmen onlardan bir insanlık bekledim. Olmayan şeylerini onlardan istedim, ama yoktu ki. Onlarda insanlık diye bir şey yokmuş. Babam bana hakaret etti, küfürler savurdu. Bir kaç tokat yedim, sırtımda sert bir kaç yumruk, günlerce odamda ağladım. Aç yattım. Bu utançla başımı ne yana çevirsem yaşadığım o iğrenç tablo ile yüzleştim. Aynaya bakamadım günlerce kendimden utandım. Utanılacak onca insan varken etrafımda ben önce kendimden utandım. Yaşadıklarım bunlarla da kalmadı elbet. Salih yine bizim eve gelip gitmeye başladı, hiç bir şey olmamış gibi. Ne annem nede babam en ufak bir şey söylemiyorlardı ona. Sanki tek suçlu bendim. Sanki bir fahişe gibi onu ben zorlamıştım bu işe, bana sahip olmasını ben istemişim gibi ona hiç bir şey söyleyen yoktu. Unutulacak şeyler değildi, hiç bir zamanda unutamazdım. Ama yinede namusumu, onurumu kurtarmak adına onunla evlenmeyi bile göze almıştım. Yani öyle düşünüyordum. Fakat ne amcam nede Salih bu duruma yanaşmadı. Duyduğuma göre amcam babama dedemden kendi payına düşen tarlayı vermişti. Bir kaç dönüm tarla için namusumu, şerefimi satmıştı babam. Salih ise her zamanki gibi pervasızca bize gelip gitmelerini sürdürüyordu yaptığı şeyi yine tekrar etmeyi düşünüyor olmalıydı. E tabi nasıl olsa ses çıkartanda yoktu artık ortada. Ama bu kez onun düşündüğü gibi olmadı. Yine bana sahip olmayı düşündüğü bir sırada tam kalbinin ortasına sapladım bıçağı. …Yaşadığımız çevreyi, mahalleyi gördünüz memur bey. Bizler muhafazakâr insanlarız. Öyle sıradan o kadar küçük bir hayatımız var ki ve bu hayat içerisinde ben bunca zaman haysiyetimizle şerefimizle yaşadığımıza inanırdım. Yaşadığımız çevreninde böyle insanlarla dolu olduğuna kanaat getirmiştim. Ama görüyorum ki namussuzluk ve şerefsizlik her yerde. En çokta burada amirim. Bu tutucu insanların içinde, çünkü bizler hep başkalarını düşünerek yaşıyoruz. Başkaları ne der, ne söyler, aman kimse duymasın, aman kimse öğrenmesin rezil oluruz, haysiyetimiz şerefimiz iki paralık olur. Sahip olamadığın koruyamadığın bir haysiyetin şerefin kime ne faydası var ki. Dinimiz var diye ahlaka ihtiyacımız olmadığını mı zannediyor bu insanlar. Eğer öyle ise din neden var? Babamı gördünüz işte memur bey, beş vakit namazında bir adam. Nasıl çıkıyor her vakitte rabbinin huzuruna şaşırıyorum. Daha kendi kızının namusuna sahip çıkamayan haysiyetini, şerefini koruyamayan bu adam nasılda her gün insanların içinde namus abidesi gibi dolacak şimdi. Peki ya anneme ne demeli. Ona anlattım, ona güvendim. En başında ona söyledim. Beni korusun, bana sahip çıksın istedim. Ama o ne yaptı peki, sustu. Hiç bir şey yapmadı ve sadece sustu, üstelik beni de susturdu. Peki ya aynı durum onun başına gelseydi. Belki de gelmişti. Oda başkalarına duyurmamak için bu istekleri yerine mi getirmişti. Gerçekten yıllarca anne diye bildiğim, sevdiğim onur ve gurur duyduğum bu kadın bir orospu muydu yoksa. Belki ondan da daha aşağılıktı. Bir insan kendine zarar verebilir, kendine kötülük yapabilir peki ya evladı. Onun için nasıl böyle bir şey yapar, o halde anne olmanın ne anlamı var. Annelik duygusu bunun neresinde. Kardeşimi de gördünüz işte daha on beşinde kara çarşafa soktu babam hani kardeşimde pek karşı çıkmadı ya zavallı yavrucak daha hiç bir şeyin farkında değil. Beni koruyamayan ailem kardeşimin namusunu bir kaç parça kumaşla mı koruyacaklarını zannediyor. Evet, onu öldürdüm. Haysiyetim için, şerefim için, onurum için öldürdüm. Onu bir kere değil, bin kere daha öldürmem gerekse yine yapardım bunu ve asla pişman değilim. Şerefimle geldiğim bir dünyada şerefimi koruyarak yaşamak isterim, bir şerefsizin tüm bunları yok etmesine seyirci kalamam. O bıçağı Salih’in kalbine sapladığım an yalnızca onu öldürmedim ben inandığım uğruna yaşadığım ne varsa bu dünyada hepsinin kalbinin ortasında bir bıçak yarası açtım. Salih öldü. Peki ya onlar?
Yazan: İBRAHİM ÇELİKSU