S: Kalkalım mı artık?
M: Olur. Zaten sabah sıkıcı bir toplantıya gitmem gerekiyor.
İstem dışı bir kahkaha attıktan sonra;
S: Seni klasik bir giyinmiş bir şekilde sıkıcı bir toplantıda düşünemiyorum.
M: Pisliğe bak sen. Hemen de dalga geçiyor. Bunun intikamını alırım elbet senden.
S: Sabırsızlıkla bekliyorum.
Hesabı ödeyip dışarı çıktık. Ben hala gülüyordum. Elinin tersiyle karnıma bir tane yapıştırdı.
M: Keser misin artık gülmeyi.
Bir anda donup kaldım. Acıdan ya da sinirlenmesinden değildi böyle kalışım. Sadece eski bir anının tekrar canlanmasıydı. Çünkü bu tepkiye hiç yabancı değildim. O da sinirlenince elinin tersiyle karnıma vurup, sonra sinirli bir yüz ifadesiyle bana bakardı. Su bu duruma şaşırıp, canımın yandığını düşündü.
M: Çok mu sert oldu? Elim o kadar da ağır değildir aslında.
Durumu kurtarmak için hemen gülmeye başladım.
M: Bak ya; bende bir şey oldu sandım… Öküz…
Deyip; birde omzuma yumruk attı. Sonra da hızlı adımlarla yürümeye başladı.
S: Nereye gidiyorsun?
Yüksek bir sesle;
M: Evime.
S: Yürüyerek mi gidiyorsun evine? Taksiyle bırakayım.
M: Evim buraya 10 dakika mesafede taksiye gerek yok.
S: Tamam ben bırakayım seni o zaman.
Bir anda arkasını döndü;
M: Bırakacaksın tabi de; orada dikilmiş benim eve varmamı mı bekliyorsun?
Yanına doğru hızlı adımlarla ilerledim.
S: Haklısın. Deyip gülümsedim.
M: Haklıyım tabi.
Kısa bir süre sessizce yürüdük.
S: Yarın toplantıdan sonra bir planın var mı?
M: Evet.
Bu cevaba karşı hazırlıklı değildim. Bir anda yüzümdeki mutluluk ifadesi silinmişti. Ne planı olduğunu bile soramıyordum. Ama o gülümsüyordu;
M: Acemi bir yazarla öğlen yemeği yiyeceğiz.
Derin bir oh çektim bu sözden sonra.
S: Acemi ha, öyle olsun bakalım. Peki, kaçta yenilecek bu yemek?
M: Saat veremem numaramı alırsa haber verebilirim diye düşünüyorum.
S: Numaranı alabilir miyim?
M: Tabi ki alabilirsin. 05*****. Buradan sonrasını yalnız devam edeceksiniz beyefendi.
S: Gerçekten yakınmış, daha yürürüz diye umut ediyordum.
M: Maalesef, buraya kadar.
Ayrılık vakti gelmişti. Durduk; özellikle böyle durumlarda çok iyi dururum, çünkü ne yapacağımı bir türlü kestiremem. Romantik Türk filmlerindeki sahnelere dönüyor bir anda her şey. Elimi uzatıp tokalaşsam mı, yoksa elimi hafifçe kaldırıp “İyi geceler” mi desem, bilemiyorum. İlk hamleyi hep karşıdan bekliyorum, yanlış bir hareket yapmaktan öyle korkuyorum ki kıpırdayamıyorum.
Elini hafifçe kaldırıp bana doğru uzattı. Bende tokalaşmak için hazırladım kendimi. Ama o elini sol kolumun arasından sırtıma götürerek sarıldı. Sarılmalara karşı bir zaafım vardı her zaman. Kiminle bu şekilde sarılsam, sanki ruhunun tenime dokunduğunu hissediyorum. Ve bu dokunuşları hiçbir zaman unutamıyorum.
Kulağıma “iyi geceler” diye; fısıldayarak apartmana girdi.
Bir süre öylece…
_ _ _
Kapı açıldı; doktor içeri girdi. Hiç kapıyı çalma nezaketi göstermedi. Bu şekilde rahatsız edilmekten hep nefret ettim, kalemi masaya bırakıp doğruldum.
İyi Kalpli Hipokrat: Sarp, bu gün de kahvaltı yapmayı reddetmişsin.
Bu soruya birçok kez cevap vermiştim, o yüzden bende sustum.
İ.K.H: Sustuğuna göre gene aynı sebepten. Ama ilaçlarını düzenli kullanmadan buradan çıkamazsın bunu sende biliyorsun.
S: O gelmediği sürece kahvaltı yapmayacağımı ve buradan gitmek gibi bir niyetimin olmadığını sende benim kadar iyi biliyorsun doktor.
Sustu.
Kapıyı hafifçe kapatarak dışarı çıktı.
İYİ KALPLİ HİPOKRATIN NOTU:
Sarp’la halen iletişim kurmakta zorlanıyorum. Konuşmalarımız 5 dakikayı geçmiyor. Geldiği günden beri hiçbir değişiklik yok. Sürekli bir şeyler yazıyor; nedenini sorduğumda da bana tek bir cevap veriyor. “ İnsan iki sebeple yazar doktor; ya unutmamak için ya da unutulmamak için. Benim ki ikisi de değil; ben acımı hafifletmek için yazıyorum.” Yazdıkları hakkında henüz bir şey konuşmadık ama yakında okuyabileceğimi söyledi.
Burada birçok hasta var Sarp gibi. Normal hayattan kaçmak için deli damgası yemeye razılar. Bazen onları kıskanıyorum ama daha çok üzülüyorum. Bu çatı altında yaptıkları eserleri normal yaşantı da yapıp çok iyi yerlere gelebilirler. Ama onlar sadece üretmekle meşgul olmayı seçiyorlar. Para ya da normal bir yaşam onları pek ilgilendirmiyor. Anlayacağınız deli gibi davranan bir tımarhane dolusu sanatçıyla uğraşıyorum.
Bazen onlara kötülük yaptığımızı da düşünmüyor değilim. Sarp’a iki gün önce neden deli damgası yemeyi kabullendiğini sordum.
“Deli damgası yemek mutsuz damgası yemekten iyidir.” Dedi.
-“ Mutsuz damgası yemek neden bu kadar kötü senin için?”
“Normal hayatta mutsuz insanlara yer yoktur doktor, ya mutlu olacaksın ya da mutlu taklidi yapacaksın. Eğer mutsuz olduğunu görürlerse kendi mutsuzlukları akıllarına geldiği için içten içe seni suçlarlar. Bir anda onların gözünde kötü bir insan olursun. O yüzden mutsuz olmaktansa deli olmayı yeğlerim.”
Bu söze verecek bir cevabım olmadığı için çıktım odasından. Sonra ne yaptığını izlemek için bilgisayarımın başına geçtim. Ya ilham gelmişti ya da gerçekten delirmeye başlıyor diye düşündüm. Çünkü kendi kendine konuşmaya ve yazmaya başladığını gördüm. Sesi biraz yükseltip dinlemeye başladım.
—
‘Kendi kendine konuşana deli derler.’miş.
Bu sözü; ilk kez söyleyen kişiyle oturup konuşmak isterdim. Bir insanın deli olması ya da kendi kendine konuşması kötü bir şeymiş gibi attığı bu iftira; senelerdir dilimizde bir küfür gibi etrafa saçılıyor. Kendi kendine konuşmak; sıradan insanların ( sizlerin deyimiyle akıllı insanların) anlayamayacağı bir erdemdir, tıpkı delilik gibi. Kendi kendine konuşmak; bir konu hakkında birden fazla fikir oluşturabilen insanların, o fikirler arasındaki müzakere şeklidir. Yani sizlerin bir konu hakkında her zaman aynı ve tek bir fikirle ortaya çıkıyor olmanız, kendi kendine konuşan insanları deli yapmaz. Aksine bu insanları sizden daha akıllı yapar. Hem nesi var ki deli olmanın; nedir ki delilik, neden kötü bir şeymiş gibi ortada savrulup duruyor?
-Deli; akli dengesini yitirmiş kişiye denir.
Dengelere inanmadığımı bilirsin. Denge basitliktir. Bir insan ne kadar dengeliyse o kadar basittir.
-Dengelere inanmadığın için mi ben daha az konuşuyorum?
Dengelere inansam sen hiç konuşmazdın. Denge; birden fazla zıtlığın eşit olduğu orta nokta değil mi?
-Evet. Bunu bilmene rağmen “Dengeye inansam sen hiç konuşmazdın.” diyebiliyorsun.
Çünkü değil. İnsanların dengeyi anlatırken yaptığı açıklama bu olsa da pratikte işler biraz farklı işliyor. Dengeyi bulmanın en kolay yolu; zıtlığı yok etmek oluyor. Zıtlığı yok edince de dengeyi kurmak için eşitliğe gerek kalmıyor. Dengenin gerçekte ne olduğunu öğrendiğine göre, hala dengeli olmamı istiyor musun?
– Sen delinin tekisin!
Ben delinin teki olduğum için sen varsın. Varlığın kötü bir şeymiş gibi konuşmayı kesmelisin.
– Deli olmayı bu kadar kolay kabullenmeni anlayamıyorum.
Anlatayım. İnsanlar deli olduklarını kabullenmezler, zaten kabullenseler onlara deli denmez. ‘Ben Deliyim!’ diyen birinin deli damgası yediğini gördün mü hiç? Deli damgası yiyenler, sadece kendini akıllı sanan insanların dengeleriyle zıt düşenlerdir. Bu denge hastası insanlar, dengeyi korumak için o zıtlığı yok sayarlar. Ama delilik; çok az insanın bildiği gibi, bilgeliktir. Geçmiş deli damgası yemiş dâhilerle doludur. Unutma Tanrı bile delilere Cennetin kapılarını kayıtsız şartsız açmıştır.
-…
Sustun. Bende öyle düşünmüştüm.