Düşüncelerim ve saçlarım darmadağınık uyandım. Kâbuslu bir gecenin sabahı hafif güneşliydi. Gece perdeyi kapatmayı unutmuştum. Kuzey’in az güneş ışığı gözlerimi kamaştırdı. Alışkın değildim. Bir yılı geçkin bir zamandır güneşe hasret yaşıyordum. Belki de sabahın bana güneş getireceğine inanmadığım için, gece perdeyi çekmeye zahmet etmemiştim. Belki de depresyonda olmam engellemişti bir şeyleri yapmamı. Halsiz bir şekilde yatağa bırakmıştım kendimi. Saat 21:30’du. Bir süre yatakta dönmemin ve arada bir titreyen telefonumun içimde oluşturduğu rahatsızlık hissiydi uyumamı engelleyen. Şimdi çoktan sabah olmuştu. Gece vücuduma ağır gelen uykudan uyanıp, ara ara telefonumu kontrol etmiştim. Ertesi gün alarm kurmadan kalkacağım ve benim için bir zafer olan saat 7’den sonra uyanma olayı, yine gerçek olamadı. Her gün, alarmla uyandığım saat 5’te, bu sefer alarmsız uyanmıştım. Biraz daha uyurum düşüncesiyle yorganı burnuma kadar çekmiştim. Gözlerim açık, hafif açık perdenin göz bebeklerime doldurduğu havayoluna giden cadde ışığına bakarak yeniden uykuya dalmanın hayalini kuruyordum. Zihnimden bin bir türlü korkunç fikir geçiyordu. Yeniden gözlerimi açtığımda saat 7’ydi. Zorla kalktım. Kendimi kalkmak için zorladım önce bir süre. Sonra kalktım. Kahve suyunu koydum. Aynada kendime baktım. Banyonun ışığı yukarıdan geliyordu. Gözaltlarım çıkmıştı. Teknik olarak 9,5 saat uyumuş olmam gerekirken, yaklaşık 5 saatlik bir sağlıksız uyku almıştım. Işığı kapatıp çalışma masamın başına geçtim. Kapalı bilgisayarımın üzerinde duran, içi boş yılbaşı kartına bakarak sigaramı sardım. Kahve suyum ısınmıştı. Yine kahvaltıdan önce mideme indireceğim sütsüz, şekersiz kahvemi hazırladım. Üzerime bir hırka geçirip balkona yollandım. Bir gariplik vardı havada. Kar yağmıyordu. Sabahın erken saati olmasına rağmen, soğuk da değildi. Yeni sarılmış sigaramı çektim içime. Duruşumun yanlışlığını fark edip dik durmaya çalıştım. Zordu. Kahveden bir yudum alarak yoldan geçen, hızlı adımlarla otobüse yetişmeye çalışan insanları izledim. Okula mı yoksa işe mi gittiklerini kıyafetlerinden, yürüyüşlerinden tahmin etmeye çalıştım. Sigaramı bitirdiğimin hiç farkında değildim. Kahvemi koyduğum yerden aldım. Hala yarısından çoğu duruyordu. Yerde duran tenekenin içine izmariti atmaya çalıştım, her zaman ki gibi dışına düştü. Tekrar alıp içine atmayı düşündüm, sonra durdum birkaç saniye. Neden her zaman olmayan şeyleri oldurmaya çalışıyordum ki? Sigara tenekenin içine düşmeyi tercih etmezken, ben yere eğilip, izmariti alıp, içine atıyordum. Neden zorluyordum ki? Sonra başka bir şeyi daha fark ettim. Hayatım boyunca bunu yapmıştım. Beni üzen, sinirlendiren ne varsa, kim varsa, bana zarar verdiğini düşünmeden, fark etmeden istediğim şeyi yapmaları için zorluyordum. Bu, en çok bana zarar veriyordu. İzmariti tenekenin içine attıktan sonra içeri girdim. Balkon kapısını kapatırken başım döndü. Durdum. Yeniden düşündüm. Değişmeliydim. Hayatımı değiştirmeliydim. Artık bir şeyleri bırakmanın zamanı gelmişti. Çalışma masamın başına geçtim. Dün cenazemde çalınmasını istediğim şarkıya karar vermiştim. Telefonumdan o şarkıyı açtım yine. İnsanları, öldükten sonra 45 dakika mezarımın başında bekletip bu şarkıyı dinletecek ve işkence edecek olmanın düşüncesi, yüzümde hafif bir tebessüm oluşmasına sebep oldu. Bu, beni tanıyan, seven, nefret eden herkese vasiyetimdi. Hala yazmam gereken bir kart vardı. Masa lambamın ışığını açtım. Dışarısı hala karanlıktı. Kartı doldurdum, paketledim. Sonra bitmemiş, soğuk siyah kahvemi alıp pencerenin önüne geçtim. Yeniden dışarı bakmaya başladım. Yeni başlayan günü izlerken, zihnimden yalnızca yeniden kahve yapıp sigara sarmak geçiyordu.