Hangi sebep var olmanın acısını dindirebilir? Kuşkusuz etkileşime başladığımız an itibariyle hep her bir oluşa anlam yüklemeye mahkum olduk. Bunu “yaratılanlar”la birlikte “yaratılışın” kendisine de yükledik. İnsan zayıflığı işte. Peki bunların bir anlamının olmadığını kavradıktan sonra hissedilen “anlam” kategorisinin boşluğunun verdiği acı duygu nasıl sonlandırılabilir? “Anlam” alışkanlığından kurtulmamız şart elbette. Varlıklara olduğundan daha fazla işlev yüklemekle, onu kendisinden daha yüce, daha fazla hale getirmeye çalışmakla duyduğumuz tatmin hissinin acizliğini ve zayıflığını farketmeme rağmen niye hala bu acıyı hissetme gibi bir saçmalığın içindeyim? Retorik soruydu bu. Saçmayı kabul ettikten sonraki kabullenişi Camusdan öğrenemiyor muyuz? Yoksa hakkımızda bunu atlatmamız için yaptığı önermeler çok zor mu?
Varolmayı istemeyerek ve bunu istemeyerek varolduğunu bilerek varolan varlıklarız. Ne kadar absürt değil mi? Bunun bilincinde olunca bilinç insana düşmanmış gibi geliyor. Oysa tarihin ilk sayfalarından beri bu bilinç bizi bir mahkeme salonundaki bütün rollere bürümüştür zaman zaman. Ama hakim olduğumuz zamanlarda bile duruma hakim olamıyorduk.
Anlam ve değerleri yoksadığımız zamandan sonra daha yalın, daha çıplak hissederiz. Bu çıplaklık utandırır bizi. Utanç, acı verir ve zihnimiz anlamsızlığın kendisine bile anlam bulmaya çalışır, aynı şu anda yapmaya çalıştığım gibi. Kelimelerin yetersizliğini bahane ederek bu duyguyu en salt halinden daha romantik hale dönüştürerek ifade etmekten başka çare kalmıyor. “Anlam” giysilerini çıkardıktan sonra çıplak olmasına karşın hafiflemiyor insan, aksine Sisifosun taşı daha da ağırlaşıyor. O taşın altında kalıp eziliyoruz.