Bambaşka bir ev, bambaşka bir şehir, bambaşka bir bir oda, bambaşka bir baş ağrısı.
Biz insanoğlu çok garip yaratıklarız tabii ki. Bize kalsa evren, insanoğlunun yeryüzüne çıkmasıyla oluştu. Bize kalsa sonsuz kozmoz biz yaratıklar yüzünden yaratıldı. Kendimizi tüm yaşamın merkezindeymiş gibi hissediyoruz. Lakin evrenin planında bile olmayan ufak gözardı edilebilicek yaratıklarız. Varoluş amacımız sınavlardan geçmek mi? Son model bir araba satın almak mı? Güzel veya yakışıklı olmak mı? Pembe panjurlu, denize kıyısı olan müstakil bir evde ölüme dek sürecek güzel bir emeklilik hayatı için yaşlanana dek köpek gibi çalışmak mı? Ya varoluşumuzda bir amaç yoksa? Ya şans eseri Dünya denen bir gezegende yaşam fonksiyonu bularak, bu eylemi yerine getirip, yüzyıllarca evrilerek bugünlere gelmiş yaratıklarsak? Varolan hangi mevzu önemini yitirmez böyle bir şey varsa eğer? Çok içimi acıtan bir soru doğrusu. Doğru, varolan her şey anlamını yitirir bu durumda. Bir gün veya bir saat böyle yaşamayı deneseniz neler geçerdi aklınızdan? O an içinde ödemeniz gereken faturaları, almayı hayal ettiğiniz evi veya arabayı, tavlamaya çalıştığınız kızı veya çocuğu, akşam yapacağınız yemeği, sigarayı, atacağınız tweeti, instagramdaki beğeni sayılarınızı, mobilyalarınızı, ay sonu alacağınız maaşı, bürokrasiyi, siyaseti, politikayı, sanatı, bilimi, dini veya herhangi bir dünyevi mevzuyu düşünmediğinizi varsayalım. Sizce ne düşünürdük? Aklınıza bir şey gelmediğine eminim.
Sizce de kendi yarattığımız kafeste yaşamıyor muyuz? Baksanıza yemlerimizin varolmadığını düşündüğümüz an her şey önemini yitiriyor. Onları önemli kılan da bizleriz çünkü. Peki hiçbirini önemli kılmasaydık. İşte o an gerçek varoluş amacımızı bulacağımıza inanıyorum. Şahsıma göre cennet veya cehennem denen hayali mekanları haketmek için dünyada bulunmuyoruz, iyi bir kariyer sahibi olmak için de bulunmuyoruz, güzel ev ve arabalar için de, bir ülkede sınırlar içerisinde belirli bir dine mensup olarak ömrümüzü küçük bir aileye adayarak geride bıraktıklarımıza iyi bir yaşam sunmak için de dünyada bulunmuyoruz -bizden geri kalanlar da aynı şeyi yapıyor çünkü- . Anlayacağınız üzere koskoca bir hiçiz. Bir yararımız yok kendimizden başka hiçbir şeye.
Sizlere gezegenimizde bulunan tüm kumsalların bir kum taneciği için yaratıldığını söylesem size mantıklı gelir miydi? Veya koskoca okyanusların sadece bir damlacık yüzünden varolduğunu…
Peki neden uçsuz bucaksız evrenin, sonsuz uzayın sadece kendimiz için yaratıldığını düşünüyoruz? İnanılmaz çelişki.
Henüz varolma amacını keşfedememiş garip bir canlı türüyüz. Bir işlevimiz yok. Her canlının herhangi bir ekosistemde bir vazifesi var iken biz insanoğlunun üstlendiği belirli bir vazife henüz yok tabii eğer vazifemiz doğanın kusursuz işleyen sistemine hasar vermek değilse.
Bu yüzden kendi ırkımdan nefret ediyorum. Aslında bana kendimize ırk diyerek sınıflandırmaya sokucak bilinçaltını veren düzenden nefret ediyorum. Kendi kurduğumuz kafeslerden, her türlü saçmalıktan nefret ediyorum. Unutmayalım ki insan yapmak istediği her şeyi elbette bir gün yapacaktır. Buna din bile engel olamıyor bunu biliyoruz. Dinin yanlış dediği şeyi o yaratık “yasaktır” diyerek bilinçaltına postalıyor. Lakin bilmeden de olsa her yolun sonuna o yasakladığı şeyi getiriyor. Buna cinsellik ve tecavüz suçunu örnek gösterebilirsiniz. İnsan kendi uydurduğu kılıfla nasıl olurda kendini düzene sokabilir ki? Ya bir kalıba ihtiyacımız yoksa? Neye karşı kendimize engel koyuyoruz ki?
Yaşamaya mı? Kimse bizlere hazır bir düzen sunmadı. Kendi düzenlerimizi kendimiz baştan aşağıya kadar kurduk. Peki neden kendimizi bir şeylerin içine hapsettik? Neden bu hapishanenin içerisinde yaşayarak ölmeyi iyi bir yaşam veya iyi bir ölüm olarak nitelendiriyoruz? Biliyoruz ki hiçbirimiz böyle bir yaşantı istemiyor. Her filmde bilindik bir replik değil midir “Ben sanki çok istiyorum böyle yaşamayı”? Peki neden hala inatla devam ediyoruz aslında istemediğimiz hayatları yaşamaya?
Peki neden hala aslında ne istediğimizi bilmiyoruz? Bu konu hakkında ufak bir önerim var sizlere. Kaybedin.
“Kaybetmek”, sizle benim aramda olan göreceli bir kavram. Nasıl kaybederiz? Var olan tüm mal varlığını kaybederek mi? Batarak mı? Yanlış tahminde bulunarak mı? Tüm yakınlarını kaybederek mi? Paramız bittiğinde mi? Uyuyacak bir evin bile olmadığında mı? Veya kaybetmek cidden kötü bir şey mi? Dibe vurmak kötü bir şey mi? Bağlı olduğun hiçbir şeyin kalmaması ne kadar kötü olabilir ki? Kaybedecek hiçbir şeyin kalmaması… Sadece düşünmenizi istiyorum varolan tüm kalıplarınızdan arınarak. Kaybedecek bir şeyinizin kalmaması ne kadar kötü olabilir ki? Bu yüzden bir kere olsun her şeyi kaybedin. Telefonlarınızı, sosyal ağ profillerinizi, televizyonlarınızı, lüks mobilyalarınızı, kredi kartlarınızı, banka hesaplarınızı, evlerinizi, arabalarınızı, işlerinizi, haftasonları adını “eğlenmek” koyduğunuz her türlü safsatayı, gösterişli kıyafetlerinizi hepsini kaybedin. Sadece üzerinizde birkaç parça kıyafet, sırtınızda bir çanta olduğunu düşünün sadece bu saydıklarım. Ne yapardınız? Kaybedecek hiçbir şey kalmamış geriye ve sadece siz ve dünya var geriye kalan. Bu özgürlük değilde nedir? Upuzun yollar, bambaşka yerler, dünyevi değil manevi hisler, sıfır maddiyat ve bunun kaygı vermediği bir ortam; herhangi bir sınıflandırma yok, din, dil, ırk, bayrak, ülke, sınırlar hiçbiri yok. Sadece siz, keşfedeceğiniz koskoca bir dünya ve sizi o dünyaya bağlayan yollar…