Hüseyin karşısında duran delikanlıya baktı. Nasılda özlemişti, nasıl da yanmıştı için için. Mehmet evden gitti gideli sanki hayatın ışığı sönmüş, Hüseyin karanlıkta kalmıştı. Yaşamak için yiyor, zorunlu olduğu için çalışıyor, eve geliyor işe gidiyor ve müşterileri dışında kimseyle konuşmuyordu. Zamanı kullanmak yerine öldürmek için savaşıyordu. Arada aklından çıkmayan oğluna sitem ediyor, gitti gideli bir kez olsun aramadı, ilk mektubun arkası gelmedi ne yer ne içer, hali vakti yerinde midir diye dert eder ama dersleri zordur, vakit bulamıyordur diye düşünür kendini rahatlatırdı. Yoksa onun oğlu mutlaka yazardı. Yoksa unutmuş muydu yaşlı babasını? Hiç özlememiş miydi? Bir sesini duysa zavallı yaşlı yüreği rahatlayacak, gece uyku nedir bilmeyen gözlerini huzurla kapayacak.
Aradan bir ay daha geçmiş Mehmet’ten ses çıkmamıştı. Hal böyle olunca bizim ihtiyarın yüreği daha fazla dayanamamış düşmüştü yollara. Evladının yerinde sağ salim olduğunu görme merakını yenememişti. Son olay olmasa derdi ki kesin başına bir iş geldi, yoksa iki eli kanda olsa yazardı. Ama şimdi emin olamıyor, Mehmet’in habersiz evden çıkışı yüreğini daraltıyor, oğlunun küskünlüğü canını daha bir acıtıyordu. Mahcuptu evet Mehmet’e karşı suçluydu. Gülcan’ı o gün, o gece tutup kolundan atmalıydı. Onu durduran Mehmet’in suskunluğuydu. Daha sonrası da yalnız kalma korkusu sarmıştı içini. Anlatacaktı oğluna. Diyecekti ki:
“Anan ve kardeşlerin ölünce tutunduğum dalımdın benim. Sen vardın, senin için vardım. Sen gidince yalnız kalmaktan, yalnız ölmekten kortum Mehmedim. Ama Gülcan’ı da affedemedim. İki çift laf etmeden ömür geçiriyorum. Evde gölgesi var lakin kendi yok gözümde. Gözümün nuru Mehmedim yüreğim iki taş arasında sıkıştı sanki. Sen gittin gideli odan odam, yatağın yatağım oldu. Kokunla doluyum iki gözüm Mehmedim.”
Anlardı ya oğlu, o neleri anlamıştı. Affederdi çaresiz babasını. Gitmek gerekirdi evet, gitmek doya doya sarılmak, taze kokusuyla içini doldurmak gerek…
Mehmet zorladı kendisini. Bir adım sonrası hasretin son bulduğu yerdi. Attı, sonrası kuş olup uçtu, babasının kollarında buldu kendini.
“Babammm” dedi dolu dolu. “Babammmm”…
Hüseyin yorgun kollarıyla sardı sarmaladı oğlunu. Evlat kokusunu içine çeke çeke, sımsıkı sarıldı. Hiç bırakmamacasına.
“Oğlummm, can oğlum, gözümün nuru oğlummm” derken döküldü biriktirdikleri… Gözünden, dilinden.
Yarabbi babanın evlada hasreti yağıyor. Gökyüzünden değil gözlerden. Yarabbi durdur gözyaşını, dindir hasret acısını, unuttur yaşananları. Utancını yıkasın bu gözyaşları, ne varsa kalpte; gözlerden aksın gitsin. Kırgınlık, kızgınlık, vicdanının sesiyle sussun, sussun da bir baba evladına hasret kamasın. Yarabbi! Duy duy içimizi diyemediklerimizi. Sözlere dökmediklerimizi…
İnsanlar durdu, talebeler sustu, Cafer taş kesildi. Arabalar durdu. Rüzgâr durdu. Uğultu sustu. Yapraklar hışırdamayı kesti. Zaman durdu. Hayat durdu. Güneş yüzünü hasrete çevirdi. Babayla oğlunun birbirine kenetlenişine şahit oldu. Yer gök, kâinat hepsi, her şey tek yürek oldu Hüseyin ve Mehmet’in gözyaşında boğuldu.
Bir süre öyle kaldılar. Son gözyaşında sonra ayrılıp birbirlerine baktılar. İki yürekte mahcup, iki yürekte suçlu, uzun uzun sustular.
“İyi misin oğlum? Halin nasıl? Alıştın mı? Okulun, derslerin nasıl? “
“İyim baba. Alıştım ya, burası çok iyi geldi bana.”
“Belli pek yakışıklı olmuşsun. Hem sende başka bir hal var. Sanki biraz… Ne biliyim işte değişmişsin.”
“Kimin oğluyum baba?”
Tebessüm etti Hüseyin. Tabi ya dilinin ucuna gelip de söyleyemediği Mehmet büyümüştü.
“ Sen nasılsın baba?”
“İyim.”
“İyi misin gerçekten ?”
“İyi değilim. Ben yangınlarda yanmaya, yana yana kaybetmeye mahkûmum. İyi değilim oğlum. Kimsesizim bir kere. Sensiz kaldım. Yaşlandım da artık. Eskisi gibi taşıyamıyorum omuzlarımı. Titriyor dizlerim her adım attığımda. Gözlerimin eski telaşı yok, yerini yaş aldı. Şu canına yandığım cigarası bile bir öksürtüyor ki sorma. Vazgeçemiyorum da meretten. Diyeceksin ki! Benden bile vazgeçtin baba… Vazgeçmedim Mehmedim. Ben ne senden, ne anandan, ne de kardeşlerinde geçmedim. Bir kendimden geçtim. Bir kendimden vazgeçtim” dedi gözleri. Dili ise;
“İyim oğlum. İşe gidip geliyorum. Ilgın da tek kaldım artık. Diğer ayakkabıcı Hasan vardı ya? Öldü. Mirasçısı da olmayınca kapandı dükkânı. İşler iyice sıkılaştı. Yoksa daha evvel gelecektim.”
“Anladım. Ben de sana yazamadım çünkü… Şey, dersler çok sıkıydı. Burada adamı rahat bırakmıyorlar. Sürekli ders. Yabancı dil de öğreniyorum burada.”
“Anladım oğlum. Ben de öyle düşünmüştüm.”
“Haydi gel seni öğretmenimle, arkadaşlarımla tanıştırayım.”
Hüseyin kafasını sallayıp, ayaklandı. Mehmet babasının koluna girdi. Beraber okula girdiler. Cafer’in ağlamaktan gözlerinin kızardığını gören Mehmet ona doğru yöneldi.
“Cafer abi bak bu babam. Baba bu da Cafer abi, okulumuzun hademesi.”
Ayaküstü tanıştırdı. Cafer’in tanışma merasimini kısa tutunca Mehmet adama haksızlık yaptım diye düşündü. Aslında Cafer düşünceliydi. Anlaşılan o ki babayla oğlun zamanını çalmak istememişti. Yatakhane de Akşehirli Akif, Karapınarlı İbrahim ve Cihanbeyli Mehmet oradaydı. Tek tek tanıştırdı babasını. Arkadaşlarının gözlerinde şaşkınlık karışımı duygusallık gördü. Hele ki babası arkadaşlarıyla tek tek ilgilenip hal hatır sorup onları dinleyince gurur duydu.
Yatakhaneden çıkarken Nöbeti öğretmenleri Matematikçi Kemal Beyle karşılaştılar. Mehmet babam diye tanıştırınca Kemal öğretmen çok alakadar oldu. Öğretmenler odasına davet edip çay söyledi. Oradan buradan köyden çiftçilikten dem vurdular.
“Köyde okul yoktu Mehmet okusun diye kuraklıkta olunca ürün alamadık. Hayvan da olmayınca satıp savurduk göç ettik “ dedi Hüseyin.
“Mehmet için en isabetli karar olmuş Hüseyin Bey. Takdir edilecek babasınız. Okulun okumanın önemini anlatamıyoruz insanlara. Helal olsun size.”
“Görevimi yaptım ben” dedi Hüseyin mahcup sesiyle. “Hem Mehmet’te yüzümü kar çıkarmadı Allah’a şükür” diye ekledi.
“Öyle ya. Mehmet okulun gözbebeği oldu. Beklentimiz büyük, umudumuz çok Mehmet’ten.”
Üç gururlu adam… Üçü de birbiriyle gurur duyuyor. Kemal öğretmen, Hüseyin’in kalender görüntüsünün arkasında çok daha fazlasının olduğunun farkında: örnek baba olarak görüyor. Hüseyin hem Mehmet’iyle hem de şu karşısında kelli felli öğretmenin Mehmet’e olan sevgisiyle gurur duyuyor. Mehmet ise babasından, babasının kocaman yüreğiyle gururlu…
Duaları kabul olmuştu Hüseyin’in. Kalplerinde ne kırgınlık, ne kızgınlık ne de yüzlerinde suçluluk kalmıştı.
Mehmet giderken söz verdi babasına.
“ Bundan sonra iki elim kanda olsa yazacağım baba. Eğer yazmasam kalem tutan ellerim kırılsın.”
“Senin kalem tutan ellerin bu memlekete lazım oğlum… Benim baba yüreğim dayanır elbet. Kendini zor duruma düşürme. Ne kendine nede memleketine beddua etme. Vaktin olursa iki kelam et yeter.”
Yalan söylemişti. Baba yüreği dayanamıyor artık tekliyordu. Umudu, gözünün nuru Mehmedine son kez baktı. Ömrünü omzuna yükledi ve gitti…