Gel bir şehir kuralım. O zaman oraya ait oluruz. Sonra o şehirde sarıl bana. Şehrin gökyüzüne en yakın yerinde kirpiklerimden öp. Yedi renginde öp, sonsuz olsun.
Yağmuru olalım o şehrin, toprak kokusu olalım. Şehir meydanındaki heykel olup sonsuz olalım. Kaybolalım o şehirde, nasıl olsa buluruz denize açılan yollarını. Çimeni olalım o şehrin. Kuşları gibi sabahın erken saatlerinde uyandıralım insanlarını. Sıcağı olalım o şehrin, bizi yakan gibi. Rüzgarı olalım, birbirimize tutunalım. Gecesi olalım, aydınlatalım bu terk edilmişliği.
Sokakları olalım o şehrin. Mesela İzmir’de Dario Moreno Sokağı olalım. Orada çalınınca “Deniz ve Mehtap” biz de geçenlerin yüreğinin en derinlerinde hissettiği aşk acısı oluruz. Oradan İstanbul’a geçelim. Deniz yoluyla geçerken karşıya, martıya simit atan insanları olalım. Sabah ayazında coşkuyla uçan martıların sevinci olalım. Ayazı olalım şehrin. Isınacak yollar buluruz elbet. İstanbul’da isek, Fransız Sokağı oluruz. Birimiz Jourdain olalım, birimiz Markiz. Belki de Moliere olup bu Fransız Sokağı’nda yazarız bir romanı.
Gökyüzünde unutulan balonlar olalım. Bir çocuğun hıçkırığı olalım gözyaşı dökerken. Yaşlı çiftlerin her şeye rağmen birbirini tutan elleri olalım. Isınmak için annesine sığınan kediler olalım,belki üşütürüz yalnızlığı. Kimsesiz bir adam olalım, son şarabını yudumlarken. Kaldırımları olalım o şehrin tüm aşklardan gelen, tüm aşkları besleyen. Şehrin alacakaranlığı olalım bizimle güzelleşen.
Bir çay olalım günün ortalarına doğru, o şehirdeki son vapur dumanında. Ya da en iyisi yanan bir sigaranın dumanı olup yitip gidelim sonbaharda.