Doruk harika bir hafta sonu geçirmişti. Kendince gününü gün etti. Hele Ada’nın dünyaya açılan tek ulaşım kapısı, kale köyde geçirdiği birkaç saat bir ömre bedeldi.
Deniz kokusu, metrelerce yükselen dalga görüntüsü, rüzgâr ve su sesi, inanılmazdı. Birde Süleyman peygamber gibi kuşlarla rüzgârla konuşabilseydi…
Martıları anlasa, onlara aşkını anlatsa, ıslak kumların ne dediğini duysa, işte o zaman tadından yenmeyecekti hafta sonu.
Olsun!
Aza kanat etmeyen çoğu bulamaz atasözü de bizim değil mi?
Pazartesi sabahı ev arkadaşlarıyla birlikte erkenden kalktı.
Gözleri ışıl ışıldı.
Bedeninden enerji fışkırıyordu. Oda arkadaşlarıyla şakalaşarak yatağını topladı, sabah temizliğini yaptı, üniformasını giydi.
Mesaiye hazırdı!
Evden toplu halde çıktılar.
Güle oyna, şakalaşarak servis aracına gittiler. ABD yapımı NATO yardımı cemse personeli bekliyordu.
Gelen servis aracının brandası altında kendine bir yer bulup kanepeye ilişiyordu. Çok beklemeden servis kalktı.
Kısa süre sonra nizamiye kapısı önündeydi. Personel tabur binası önünde indi, her rütbeli kendi bölüğünün yolunu tuttu.
Doruk ve aynı bölükte görevli meslektaşları geldiklerinde, bölük içtima etmiş, tekmil için hazırdı.
Tekmiller alındı, eğitim alanına gitmek için hareket edildi. Eğitim alanı bölük binasına 300 m kadar bir mesafedeydi.
Eğitim alanında ilk yapılacak şey toplu sabah sporu. Sabah sporunu personel kendi arasında sırayla yaptırıyordu.
Ve bu saha sıra Doruk’taydı. Önce bölük koşacak ısınacak sonra jimnastik hareketleri yapılacaktı.
Isınma koşuları genelde eğitim alanı çevresinde tır atılarak yapılıyordu.
Doruk bölüğü aldı bağ bahçe arasına dalı verdi.
Değişiklik askerlerinde hoşuna gitmişti. Sonbaharın bütün renklerini taşıyan sararmış yapraklar arasında koşmak keyifliydi.
Ne zaman nasıl yeni mahalleye geldiklerini fark edemediler. Mahallenin arka tarafından Aya Varvara kilisesi önünden, Kosta’nın mahalle kahvesi önüne indiler.
Sağa sapıp Helana’nın evinin yanındaki sokaktan geri döndüler.
Mahalleli şaşkındı!
Daha önce kimse mahalle arasında üstü çıplak, ayağında bot bir bölük askerin koştuğuna şahit olmamış.
Aslında Doruğun aklında da böyle bir plan yoktu. Bağ bahçe arasına dalınca kendiliğinden bir güzergâh gelişti.
Geri dönüşte tepeden aşağı inerken bölük toplu halde “YAYLALAR YAYLALAR” türküsünü söylüyordu.
Tam da”Komşu kızını zapteyle, yaylalar yaylalar, bizim oğlan âşıktır, dilo dilo yaylalar” derken bölüğün rüzgârda birbirinin üzerine yatan Buğdan tarlası gibi güzergâhı değişti yaylalar türküsü bıçak gibi kesiliverdi!
Meğer bölüğün önünü yılan kesmiş!
Bu yüzden bölük rüzgâr önünde eğilen buğday tarlası gibi bir biri üzerine eğilmiş.
Neyse ki yürekli bir Mehmetçik mangası arasından kurşun gibi fırladı, yılanı kuyruğundan yakaladı; iki kere silkeleyip tesirsiz hale getirdi.
Bölük eğitim alanına elinde kocaman bir yılanla birlikte girdi.
O gün Mehmetçiğin gündemi değişti.
Konuşacak değişik konuları vardı. Bağ bahçe arasında koşan, yılan yakalayan bir sporu konuştu.
Mahalle arasından geçişini, mahalle halkının şaşkın bakışını, kilise önünden geçerken, zangoç’un selam duruşu hoşlarına gitmişti.
Birde komando eğitim almış meslektaşların, yakalanan yılanı; şiş yapıp pişirerek yemelerine takılı kaldılar.
Hafızalarında yılan yenir mi sorusu ve gördükleri arasında yaşadıkları şaşkınlık, gün boyu konuşmalara yansıdı… …/…